Hareket, bir yığın olgunun teşkil ettiği bir
karışım tarafından kuşatılmış durumda. Bu karışım dâhilinde gençler çatılara
çıkıp “Allahuekber” diye bağırıyorlar. Kadınlar gösterilerde başörtülerini
çıkartıyorlar. Musavi, İslam Cumhuriyeti’nin merhametten uzak, mesiyanik bir
kurguya bağlı ilk döneminden bahsediyor vs. Tüm bu süreç, İran’da İslam ile
sekülerizm arasında herkesi meraklandıran bir tür ilişkinin kurulduğuna işaret
ediyor.
Ayetullah Humeyni’nin velayet-i fakih anlayışı,
modern devletin gerçekleriyle Şii geleneğini sentezleme girişiminin bir
sonucuydu. Ama sonuçta devrim, sadece Humeyni’nin İslamcılığını güçlü bir fikir
olarak ortaya çıkarttı. Bu fikirden daha az bilinen diğer bir felsefe de Ali
Şeriati’nin felsefesiydi [1933-1977].
Şeriati’nin kendisine has politik teolojisi,
İslam’ın yeşil hareket içerisindeki dinî ve seküler grupları dikine
kesebileceğine dair umudun önemli bir parçası. Ali Şeriati dolayımı ile
İslam’ın devrim öncesinde ve sonrasında olduğu gibi, İran’da solu ve
İslamcıları aynı çatı altında birleştirmesi mümkün.
Şeriati, devrimden iki yıl önce vefat etti. Bu
gerçek onun düşüncelerinin bugün de gerçekte sınanması gerektiğine dair bir
hissiyatı pekiştiriyor.
Şeriati’nin İslamcılığını hasıraltı etmek pek
mümkün değil. Fransa’da eğitim gören, Jean Paul-Sartre ve Frantz Fanon’dan
etkilenen Şeriati, Seyyid Kutub gibi ideologların İslamcılığından çok farklı
bir devrimci İslam üretti. Marksizmden, tasavvuftan, Şii tarihinden ve üçüncü
dünyacılıktan beslenen Şeriati, İslam tarihinde ancak devrimci kopuş
gerçekleştiği takdirde İslam’ın hakikatine kavuşacağını söyleyen bir tür
İslamcılık önerdi. Bu noktada dinî otoriteye ve kurumlara yönelik saygıyı
elinin tersiyle itti ve otoriteyle kurumların bilgiden mahrum olduğunu söyledi.
Şeriati’nin ilgi görmesinin sebebi, dinle seküler devlet arasında Faustçu bir
pazarlık yürütmeyi zorunlu kılmayan bir fikir ortaya atmasıydı.
Bugün bile hâlâ Şeriati, Luther gibi
değerlendiriliyor ve onun devrimci, reformasyoncu fikirleri yaydığı söyleniyor.
Bazı seküler isimler, onu İslamî fikirlerin kentli İranlılarca benimsenmesinde
önemli bir rol oynadığı için suçluyorlar. Bunun yanında onun Humeyni’nin
projesine yardım ettiği söyleniyor. Oysa Humeyni ve Şeriati farklı görüşlere
sahip. Daha da önemlisi, Şeriati’nin metinleri de belirli çelişkiler
barındırıyor. O, bazen militan feminizme örnek teşkil edecek sözler söylüyor,
mütevazı İslamî giyinme tarzının erdemlerini methediyor, bazen de batılı
kadınları cinsel nesnelere indirgeyen, klişeleşmiş bir resim sunuyor.
Şeriati’nin yeni yeni politikleşmiş genç İranlılar
arasında belirli bir nüfuza sahip olduğu görülüyor. Ama bir yandan da onun
İslam’ın siyasetini ve sekülerizmi anlama noktasında sunduğu katkılar üzerinden
önemli bir miras bıraktığı anlaşılıyor. Bugün yeşil hareket içerisinde bazı
isimler “ne teokrasi ne sekülerizm” türünden yazılar yazabiliyorlar. Bugün
ayrıca hareket, kendi içerisinde çelişkili olaylara tanıklık ediyor. Örneğin
Ayetullah Muntazeri’nin cenazesinin tetiklediği hükümet karşıtı gösterilere (ki
bu cenaze devrime yol açan, giderek politikleşmiş yas törenlerini yankılıyordu)
bir yandan da Aralık ayında Aşura gününde yaşanan sokak çatışmalarında yeşil
renginin daha az görüldüğüne tanıklık ediliyor (ki bu gelişme de kitlelerin
Musavi’nin liderliğinden artık uzaklaştığının bir delili).
Bunun dışında yeşil
hareketteki dinî tonun yoğunluğundan memnun olmayanlar, “gerçek yeşil hareket”,
hatta daha da çelişkili bir ifadeyle, “seküler yeşil hareket” önerisinde
bulunuyorlar. Oysa belki de İran siyasetinin geleceği, hem seküler hem İslamî
olanda saklı. Ya da öne çıkartılması gereken, Şeriati’nin kariyeri boyunca
uğraştığı gerçek ikilikten kopamamakta.
Nathan Coombs
21 Ocak 2010
21 Ocak 2010
0 Yorum:
Yorum Gönder