Her gün beş vakit bir Habeşli köle çağırıyor eşit
olmaya, kavgaya. Bunu unutmak, unutturmak efendilerin asli hedefidir.
Bu yazının fukara yazarına yönelik en temel
eleştiri şu: “üslubun çok sert.” Buna verilecek cevapsa şu: “Onca zulmün,
sömürünün karşısında siz ne vakit yumuşadınız?”
* * *
Mesele eklektizm, şu veya bu ideolojinin
eklemlenmesi, bu topraklara kök salmak için yüzeyde olandanmış gibi görünme
meselesi değil. Üslup da kavga da iştirakçiliğe dair. İştirakçilikse sömürü ve
zulme karşı kavganın bu topraklara dair adı. Ne bizim icadımız, ne özel
odaların gevezeliği. Müslüman ya da sosyalist, sömürüye ve zulme karşı olanın
ortak dertte, davada buluşması; o derdin, o davanın ortaklaşması asli mesele.
“Önümüzde
çetin ama şanlı mücadele günleri var. Sınıf mücadelesinin denizine bütün
varlığımızla atılalım! Bu mücadelede kahraman işçi sınıfımıza, fedakâr ve
çilekeş köylülerimize, yiğit gençliğimize sonsuz bir güven duyalım!” [İbrahim
Kaypakkaya]
Bugün teorik, ideolojik, politik düzeylerde o
denize atılmaktan imtina ediliyor. Tüm o güçlere asla ve kat’a güven
duyulmuyor. Bu nedenle kapalı kapılar ardında, özel kişiler özel sohbetlerinde
özel hesaplar yaparak yol alabileceklerini düşünüyorlar.
Bu nedenle Kaypakkaya, bugünden geçmişe doğru
bakışta, unutmanın bir tezahürü olarak yeniden örgütleniyor. Sadece ser verip
sır vermeyen, özel bir bireye doğru kapatılıyor. Ondan küçük bir burjuva
ikonası türetiliyor.
* * *
Nisyan isyanı katletmek için.
Özel bireyler, kendi dünyalarını aşan hiçbir şeye
itimat etmiyor, imanı, sadakati, bağlılığı ve kolektifleşmeyi zararlı görüyor,
tüm bunları bu nedenle alaya alıyor, küçümsüyorlar.
Sınıf mücadelesinin engin denizine atılmak bu
yüzden mümkün değil. Hiyerarşi, disiplin ve işbölümü özel odaların özel bir
mamulü artık. Bunları kitlelerin mücadelesinin, halkın diyalektiğinin ve
maddesinin örsünde dövene asla rastlanmıyor.
Hiyerarşi, disiplin ve işbölümü, düşmanın kurduğu
kitlenin hem içinde hem dışında olma imkânı için var. Bunlar sayesinde hem
içeride hem dışarıda olmak mümkün hâle gelebiliyor. Ama bugün özel bireyler
çubuğu mülk ediniyorlar ve onu sürekli kendilerine doğru büküyorlar. Sınıflar mücadelesinin
engin denizi topyekûn düşmana terk ediliyor. Düşmanın istediği tam da bu.
Geçmişe dair ne hatırlanıyorsa, bugünün ideolojik
âleminde yağını çıkartıp ekmeğe sürmek için hatırlanıyor. Başka da bir anlamı
bulunmuyor. Kaypakkaya, sadece özel kişilerin özel yoldaşı olmaya doğru
kapatılıyor, başkalarının yoldaşı olmasına mani olunuyor. Tarih ancak o denize
girildiği vakit devrimci bir pratik hâline gelebiliyor. “O benim mülküm.
İbrahim ile ilgili sempozyum düzenleyecekseniz, beni çağırmak zorundasınız”
demek o denizden kaçışı ifade ediyor.
* * *
Mustafa Kemal, Anadolu’da şu veya bu biçimde
ağırlık kazanan komünist faaliyete ipotek koyuyor, TKP’yi kuruyor ve onun
dışında her türlü komünist faaliyete yasak getiriyor. Bu yöntemi herkes bir
biçimde öğrenmiş görünüyor. Bu, tarihimizdeki her isim, her dinamik, her
örgütsel faaliyet için geçerli. Küçük burjuvanın bu mülkiyetçiliğine karşı
aidiyeti çıkarmak gerekiyor.
“İşçilere, köylülere, gençlere sonsuz güven”den
dem vuruyor İbrahim. Bugünkü genel eğilimse şu: bu dinamiklere kendi örgütleri
dışında faaliyet yasağı getirmek. Bir biçimde atılımdan, sıçramadan,
yenilenmeden bahsediliyor ama bunlar, hep özel bireylerin sınırları dâhilinde
tanımlanıyor. AKP ile birlikte Müslüman halk içre atılımların, geri düşüşlerin,
sınıf mücadelesinin kestiği noktaların değerlendirmeye tabi tutulması,
“gericilik” kategorisi altında, yasaklanıyor.
* * *
Fransız Devrimi öncesi ve sonrasında halk
kitleleri çeşitli Hıristiyan dinamikleri üzerinden bir mücadele içine giriyorlar.
Burjuvazi, kendi devleti ve iktidarı adına, bu mücadelelerin kazanımlarını
ipotek altına alıyor, mülk ediniyor ve buna “laiklik” diyor. Laiklik, o halk
dinamiklerine siyaset yasağı anlamına geliyor. Yeni iktidara karşı dinî
mücadele verilmesini burjuvazi bu sayede engellemiş oluyor.
Bugün laiklik, aydınlanma veya modernizm
başlıklarında, biraz da Kürd hareketinin zorlamasıyla, Kemalizm eleştirisi
bağlamında, kimi eleştirilere rastlanıyor ama bu eleştiriler sonuçta şunu
söylüyor: “Müslüman halk vardır ama biz onun içine girmeyiz. Gene tertemiz ve
saf kalacağız. Bu bizim alamet-i farikamız, etiketimiz, biz bu özelliğimizden
vazgeçemeyiz.” En genel hâliyle Kürd’ün Kemalizm eleştirisini İslam’ın Kemalizm
eleştirisinden ayıran ayrımın adı sol. Bu, doğalında bir tür siyaset yasağını beraberinde
getiriyor. AKP ve IŞİD’e işaret edip Müslüman dirence siyaset yasağı getirmek,
bu topraklarda bir çıkış yolu sunmuyor.
* * *
İştirakçilik o yola dair bir işaret. O işareti iyi
ya da kötü manada İslam başlığına hapsetmek yanlış. Bu, solu kesen tüm
tespitlerini çöpe atmak için geliştirilmiş bir yöntem. Böylece o tespitlerin
şiddetinin kırılacağı düşünülüyor. Oysa onda, misal, İbrahim’in kavgasının bu
coğrafyanın ezilenlerine, emekçilerine açılması derdi var. “O engin denize
atılalım” diyen İbrahim’i kendi sahiline demirleyenlere yönelik bir eleştiri
bu. Kemalizm eleştirisini damarlarımızda, her yerde ve zamanda, akıtma derdi.
Yalçın Küçük, muhtemelen Fatih Sultan Mehmet ile
ilgili çalışmalarını Kaypakkaya’ya nazire olsun diye kaleme alıyor. Çünkü
İbrahim, “Fatih ne kadar halkımızın tarihinin bir parçasıysa, M. Kemal de o
ölçüde halkımızın tarihinin bir parçasıdır” diyor. Ama bugün onun eleştirisi
damarlarda akmadığından, unutmak kural hâlini aldığından, herkes Fatih’i şu
veya bu biçimde teorisinin ve pratiğinin parçası hâline getiriyor. Yüksek
siyaset, devletin ve burjuvazinin masasına oturma hedefi Fatih’i görüyor,
İbrahim’in “onun mücadelesinin parçasıyız” dediği Karayılan bir kenara
atılıyor. İbrahim, Yalçın Küçük’e yeniliyor!
Yalçın Küçük, seksen
sonrası “devrimciler devlet yönetiminden korkuyor, korkmasın; onu bilmiyor,
bilsin; o yönetimden kaçıyor, kaçmasın” dediği için Fatih’i inceliyor. Devletin
ve burjuvazinin gücünden güçlü olmayı öğrenenler, Karayılan’ların “tükenmez
enerjilerini, mucize yaratan dehalarını, sonsuz devrimci güçlerini” görmüyor,
unutuyor. İştirakçi manada biz de diyoruz ki unutmasın, al kanında, geleceğe
taşısın. Gelecek, nisyana karşı zafere tanık olacaktır.
Eren Balkır
18 Mayıs 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder