Zonguldak’ın liderine “parti kur” diyen
sosyalistler de vardı o dönemde. Gezi için de parti kuruldu ya da kimi örgütler, Gezi’nin partisi olduğunu iddia ettiler hemen. Şemsi Denizer’den farkları neydi
peki? Ya da Perinçek’ten? Aynı düzlemde durup karşısında konumlanmak siyaseten
ve ideolojik olarak bir farka yol açmıyor. AKP’li Perinçek’in karşısına
Fethullahçı versiyonla çıkmanın anlamı bulunmuyor.
Perinçek ne yapıyorsa tersini yapıyorlar belki de.
Ama fikrî temel aynı. “Kürd işçiler var, bu zırhı delmeliyiz” diyorlar.
Hareketse, devletle Yalçın Küçük üzerinden boğuşuyor, aşağıya ise Murray
Bookchin anlatıyor.
* * *
Peki Bookchin ne diyor? Ta 1969’da parmak
sallayarak “Dinle Marksist!”[1] diye bir kitap yazmış. Eski yoldaşlarına ayar
veriyor. Aşağı yukarı aynı dönemde bizdeki Mehmet Ali Aybar’ın sözlerine benzer
sözler dile getiriyor. “Marksizm” diyor, “terk edilmeli, çünkü yeterince
devrimci ve hayalperest değil. Kömür-çelik döneminin bir ideolojisi. Kıtlık
dönemine ait. Oysa bugün teknolojik ilerleme söz konusu.”
Yani artık teknoloji ilerledi, sınıf ilişkileri
değişti, işçi de burjuva da bir, önemli olan soyut, her yöne çekilebilen
gençler.
İşçi kısmen önemli, ama onun da işçiliğine son vermesi
lazım. Vermiyorsa köledir, aşağılıktır. Hiyerarşiye ve merkezîliğe karşı
mücadele şart.
“Artık kıtlık sonrası toplumda yeni bir insan tipi çıktı:
devrimci.”
“Kadro, öncü parti, demokratik merkeziyet, proletarya diktatörlüğü
toptan karşı-devrimcilik.”
Burjuva toplumunun tüm çelişkilerinden beslenmek
gerek. Hiyerarşi sebebiyle parti denilen şey burjuvadır. Marx-Engels
merkezciydi. Bugün gericidir. Hayatta kalmaktan bahsetti, önemli olan hayattır.
“Marx, özgürlüğün koşullarıyla değil
önkoşullarıyla meşgul oldu. Teorisi hayatta kalma ile ilgili, hayatla değil.” O
kıtlık döneminin, teknolojinin geri olduğu bir çağın adamıydı. Artık kıtlık
olmadığına, teknoloji de ilerlediğine göre, Marksizm geri kafalılıktır.
Bookchin, hemen gelecek eleştirileri de hesap
ederek, hamlesini yapıyor ve “bunlar hoppa bireyciliğe has tepkiler değil,
geçmiş devrimlerden devşirilmiş çıkarımlar, maddi bolluk döneminde toplumsal
değişimin niteliğine ve devrimci süreç üzerinde merkezci partilerin yol açtığı
etkiye dair analizin sonuçları” diyor.
Belli ki kafasında kapitalizmin bir bolluk dönemine geldiği
fikri var. Teoriyi ve siyasetini buradan kuruyor. Bu bolluk anlayışı
ile kadro ve militan sayısını bollaştırmak için kepçesini ve süzgecin
deliklerini büyütüyor. Derdi tasası, bireysel rahatlamasını, sol hareketten
kopuşunun verdiği rehaveti herkese önermek ve böylece intikam almak. 1969 gibi
bir tarihte, yaşanan çalkantıda Sovyetler’in tesirini ve nüfuzunu kırmak.
“Ya geçmişi söküp atacağız ya da bir geleceğimiz
olmayacak” demesinin sebebi bu. Gezi ile birlikte tedavüle sokulan düşüncelerin
içeriğinde ve biçiminde Bookchin’in izi olduğu gayet belli. “Ulus-devleti
aştık” diyenlerin “topraklarımıza kamp kurulursa o kampı havaya uçururuz”
tepkisi geliştirdiği günümüzde, bize Bookchin’ci kırıntılar kalıyor demek ki.
Ezilen yoksul kitlelerin manipülasyonu ve kontrolü gerisin geri kırıntılarla
yetinmeyi öğütlüyor, onca bolluk teorisi, zihnen ve amelî açıdan, kıt olmayı
dayatıyor.
* * *
Belki de Bookchin’in bolluk dönemi teorisi AKP ile
uyumludur, Sur’un, Cizre’nin soylulaştırılması ile alakalıdır, bilmiyoruz.
Bildiğimiz tek şey, “çok daraldım, bunaldım” diyenin bu lafı siyaset ve
devrimcilik zannetmesi hiçbir sonuç üretmiyor.
Bookchin hiç işçilik yaptı mı
bilinmez, ama milyonlarca insan bu ülkede ekmek davası için çalışmak, ter
dökmek zorunda. “Kapitalizme vurmayalım, sadece devlete vuralım, devleti de her
yerde olan bir şey hâlinde gösterelim, sayıca çok bollaşırız” diyenlerin de o
terle bir alakaları artık kalmadı.
Devlet fikren küçülünce, ona karşı
kurgulanan öznenin sorumluluğu, düşünsel mirası, eylem hattı, zaman-mekânı
giderek daralıyor. Gerçeği sırf kendimizi göstersin diye daraltmanın bir anlamı
bulunmuyor.
[…] çünkü devletle sermaye iç içe geçti. İkisini
ayırıp sermayenin dizginlerini elinde tuttuğu, kendi çıkarlarına göre yönettiği
teknolojik ilerlemeden komünizm hayalleri devşirenler çok görüldü. Bunlar hep, “geçmişe bakmayın, ileri bakın” dediler. Burjuva siyasetine ram olmalarını
böylesi ideolojik laflarla gizlemeye çalıştılar. Bir şeyi gizlemenin en iyi
yolu da açıktan yapmaktı. Teknolojik ilerleme ve bolluk lafını bir de
yoksullara, işçilere, evi başına yıkılan, evladının başı yanına düşen Kürd’e
etsinler. Etmediler. Etmiyorlar. Etmeyecekler…
Bugün bu ilerlemeciler, AKP’nin burjuva dünyası için
geri olduğunu hem kendilerine hem de başkalarına inandırmak için uğraşıyorlar.
Bunu, ya İslam’ın ya verili devlet ilişkilerinin ya da Türkiye kurgusunun
geriliği üzerinden temellendirmeye çalışıyorlar.
Bir kitle var ve onun içinden
kendimiz gibi ileri olanları ayıklamaya çalışıyoruz. Bookchin gibi
çalışmıyoruz, işçiye “çalışma!” diyoruz, Marksiste “dinle beni, aş artık
kendini!” diye parmak sallıyoruz.
Esasen mesele, bireyin ne ve kim olduğu, ne
kadar cesareti veya korkuyu içinde barındırdığı, kendisini nasıl rahat
hissettiği, kendi beden tasavvuru, ilişki tarzı değil. Dava ortak ve
ortaklaşmaya dair ise, bireyin ölçüsü ve bir ölçü olarak birey, teoriye,
ideolojiye ve politikaya içerik ve anlam katamaz, katmamalı.
* * *
Bookchin, Marksistlere verdiği vaazı “örgüt,
devrimimizin yaratacağı toplum türüdür” diyerek bitiriyor. Hiyerarşiye, disipline ve işbölümüne düşman olan bir bireyin bugünde kurduğu örgütü devrim sonrasının
toplumunun çekirdeği olduğunu iddia etmesi, “o devrim olmasın” demekten başka
bir anlama gelmiyor. “Yeni insan türü” olarak “devrimci”nin Bookchin isimli
birey olduğu görülüyor. Böylesi bir ölçü, esasen sömürü-zulüm güçlerinin bir
savunu yöntemi olarak şekilleniyor. Yarına ait masalları bugünde yaşayarak, onu
yaşatanlara bağlanmamızı istiyorlar.
Sömürü-zulüm güçleri, tehdit oluşturacak
dinamiklere ve kitlelere baskı uygulayıp kendi dişlerine ve düşlerine uygun
bireyleri yanlarına çağırıyorlar. Bu bireyler de dinamiklere ve kitlelere
gidip, “devletsiz” ya da “sermayesiz olmaz” diyorlar, sömürü-zulüm güçleri için
gerekli tamponu teşkil etmeye çalışıyorlar. Geleceğin mülk sahibinin o güçler
olduğu buradan öğütleniyor, örgütleniyor.
Hâsılı, “beynelmilel
Mehmet Ali Aybar” olarak Bookchin’in bolluk teorisi AB siyaseti üzerinden
belediyeciliğe kapaklanıyor. “Teknolojik ilerlemeye direnmek mümkün değil”
deniliyor. Küçük burjuva, bir tampon bölge olarak işlevini görüyor. Oradan
gelen telkinlere ihtiyatla yaklaşmak gerekiyor. Yerde Mahir gökte Aybar olmak, bir değer taşımıyor. Yer ve gök arasında devrim yapmak gerekiyor. Zaten devrim de o arada yapılabiliyor.
Eren Balkır
9 Nisan 2016
Dipnot
0 Yorum:
Yorum Gönder