28 Nisan 2016

Yeni Cumhuriyet Muhafızları

Sol cenahta uzun süredir devam eden bir yarılmanın güncel siyasetin katkısıyla ayyuka çıkması ve önümüzdeki yıllarda yaşanacak sınıfsal konumlanmaları belli etmesi ile karşı karşıyayız. Son laiklik tartışması ve özellikle bu tartışmayla solun belli bir kesiminin, daha çok da Haziran Hareketi çizgisinde saflaşan kesimlerin verdiği siyasal tepki, bu yarılmanın artık ciddi bir boyuta vardığını göstermektedir.

Askerin bir devlet sınıfı olarak müesses nizamın denkleminde özgül ağırlığıyla yer tuttuğu dönemde soldaki ‘common sense’, yaratılan laik/anti-laik geriliminin yapay bir gerilim olduğu, toplumsal çelişkileri maskelediği ve buna kesinlikle angaje olunmaması gerektiği yönündeydi.

Şimdi kendilerini yeni cumhuriyet muhafızları olarak tahkim eden çevrelerin “Laiklik!” naraları atarlarken bize açıklamaları gereken ilk nokta şudur: bu yapay gerilim, artık doğallaşmış mıdır? Ya da artık temel gerilimlerden birisi hâline mi gelmiştir? Eğer bu böyleyse, irtica paranoyasıyla itham edilen ordu, yıllardır bize bir doğruyu anlatmaya çalışmıştır da biz mi anlamamışızdır? Eğer bu böyleyse, şu an yeni cumhuriyet muhafızları, zamanında ordunun uyarılarına yeterince kulak asmadıkları ve bu yönde bir siyaset geliştirmedikleri için özeleştiri yapmalıdırlar. Ve bize, nasıl oldu da bu düzenin temel çelişkilerini yumuşatan enstrümanlardan birisi olan bu yapay gerilimin doğallaştığını, marksizmin bütüncül yöntemi içerisinde açıklamalıdırlar.

İlginç bir nokta daha göze çarpmakta. Bahsettiğimiz sol kesimlerin medyalarında ürettikleri söylem, haber seçme-yayınlama-yapma biçimleri, olaylarda odaklandıkları noktalar, her yönüyle rezil 28 Şubat medyacılığını anımsatmakta.

Kendilerini yeni cumhuriyet muhafızları olarak bir siyasal hatta tahkim ederlerken, medyalarını da post-28 Şubat formatıyla güncellemekten çekinmiyorlar. Nitekim, ibretle gelinen nokta, ülkenin komünist partisinin “yobaz takip hattı” kurarak müthiş bir siyasal öncülük örneği göstermesi, Türkiye işçi sınıfına ve emekçilerine geleceğe umutla bakabilecekleri bir siyasal ‘hat’ armağan etmiş olmasıdır.

‘Laiklik elden gidiyor’cularla ‘din elden gidiyorcular’ın yarattıkları siyasal tiyatroyu dağıtacak olan ise Müslüman, Ateist, Alevi, Kürt, Türk, Ermeni, Rum, Laz, Çerkes emekçi halklarımızın düzenin tesviyesinden geçmiş hiçbir kavramla birbirlerine seslenmeyecekleri, birbirlerini bu kavramların sopasıyla tehdit etmeyecekleri bir özgürlük mücadelesi olacaktır.

‘Gericiliğe karşı mücadeleye’ gelince. Bu mücadelenin en temel siyasi çıkış noktası, her şeyden önce AKP’nin Türkiye halkında yarattığı bölünmeyi açık ya da gizli bir şekilde varsaymamak, bunu kabul etmemektir. Bunu varsayan ya da baştan a priori olarak kabul eden her tutum, karşı devrimci bir tutumdur, tıpkı Gezi’yi bir Alevi ayaklanması olarak gören politik tutumun karşı devrimci olması gibi. Ve bu tutum, AKP’nin yarattığı karşı devrimci toplumsal bölünmede kendisine tahsis edilen sosyolojik mekânda siyaset yapmaya mahkûmdur. Maltepe Beşçeşmeler’e hapsolup Başıbüyük’te politik faaliyet yürütememek budur.

Şu gericilikle mücadeleye kendini vakfetmiş arkadaşlara bir çift laf. Ahmet Hakan size tavsiyelerde bulundu, söyleyene değil, söyletene bakmalı, ona bu tavsiyeleri söyleten şey, içinden çıkıp geldiği ve ne kadar değişirse değişsin benliğinde mutlaka yer tutan sosyolojidir. Bu sosyolojinin deneyimini çok da hor görmeyin. İkincisi, aydın, laik, bilimsel orta/üst-orta sınıf kitlenize (ki bu kitlenin içinde Celal Şengör hocanız da var) Stalin sevdanızdan pek bahsetmeyin, yoksa sizi de gerici görmeye başlarlar.

Ozan Çılgın
27 Nisan 2016

0 Yorum: