1995 Liverpool Dok İşçileri Grevinden:
“Ben ve Babam Grev Kırıcılardan Nefret Ediyoruz” –Dave Sinclair
Bugün aynı partinin eşbaşkanı “Taksim takıntısı
boşuna, herkes kendi kapısının önünde halay çeksin” diyor, oysa aynı partinin
üyeleri emekçileri Taksim’e çağırıyorlar. Bu, kendi çelişkili hâlimizdir. Çelişkili
hâl ile hâlin çelişkisi, başka şeylerdir.
Doksanlar, biraz da sınıflar mücadelesinin
edebiyata doğru kapatıldığı, defterden, eylemden silindiği dönemdir. Herkes
postmodern sularda, meslekî varlığının ideolojisini öne çıkartma imkânı
bulmuştur. Ayrımsız, politikayı tek tek insanlara açma çabası, insanların kolektif
pratiğini dışlamıştır. Artık birileri, politika bilgilerinin takdir edilmesi
için uğraşmayı politika zannedeceklerdir.
Düşman baskı uygulamış, “iktidarın değdiği yerde
direniş” yücelme adına gerçekleştirilmiş, direniş, mülkiyet ve rekabet
ilişkileri ile birlikte varolmuştur. Yani iktidar, hepimize ötesini ve ötekiyi
unutmayı öğretmiş, sadece kendi varlığımızı önemsememizi telkin etmiştir.
Direnen, onların mülkü, parasıdır. Baskı ise bunu öğretmek için vardır.
Sınıf silinince, onlarla aynı masada, aynı ortamda
olunacağı vehmine kapılmak kolaydır. Aynı tespit, Müslüman hareket için de
geçerlidir. Kur'an ve Sünnet’teki kavga, ayıraç olarak silinince, bireysel düzlemde birileriyle aynı ortamda olmakta bir beis görülmemektedir. Dolayısıyla onların
sendelediği, düştüğü yerde solun yükseleceğini zannetmek, nafiledir. Aynı
tuzaklardır geçerli olan.
Tuzak, ordudan darbe, ABD’den medet, Cemaat’ten
himmet beklemektedir. Doksanlarda bunların üçü, hafızalarda 12 Eylül başlığı
altında bir arada idi. Özellikle son on yıldır, doksanlarda sınıfı ve kıyamı
silenlerce, bu başlık geçersizleşmiştir. 12 Eylül onlarla, onlarda tamama
ermiştir.
Bu, onların günahı değildir, zira aslında 12 Eylül, 2003’te AKP’nin iktidara gelmesiyle tamama erip bitmiştir. O günleri
nostaljiyle ve ütopya ile anmak geçersizleşmiştir. “Neydi o günler!” demenin
anlamı kalmamıştır. On üç yıldır iktidarda olan bir partinin içinde olduğu
bağlam üzerinden, anlamın ve de değerin nerede ve ne vakit oluştuğu üzerinde
durulmamıştır. Bugün bağlam basit bir AKP karşıtlığıdır, çünkü artık o, muktedir
değildir. Muktedir olmasını sağlayan Kürt kolu ve Cemaat kolu kesilmiştir.
Geriye posa kalmıştır. Yükseklerdeki rüzgârlarla uçacağını düşünenler, düşmemek
için aşağıyı sürekli aşağılamak zorundadırlar.
Ama 12 Eylül, o uçanlarda tamama ermektedir.
1977’de saldıranlar kimlerse ve ne istiyorlarsa, bugün de değişen bir şey
yoktur. O gün Taksim’de olanlar sağa sola kaçışmışlardır. Bir kısmı “doğum günü
partisi”; bir kısmı da gazeteciler derneği olabilmiştir. Misal, Ufuk Uras
birinin büyüttüğü, diğerinin yaldızladığı bir isimdir. İki sol akımın karışımı
olmak, çare değildir.
Bu isimlerin hükmü altında, Parti bugün yoktur.
2007 sonrası liberal rüzgâra saçlarını kaptıranların istemediği, böylesi bir
parti disiplinidir. Herkes, takdir ve takdis edilme derdindedir.
Onlar, devletle veya burjuvaziyle aynı masada
olabileceklerini düşünmüşlerdir. Teori, ideoloji birkaç kişiyi avlamakla
ilgilidir sadece. Gerisi boştur. Teknikçi bir kafa, basit işlemlerle yol almaya
çalışmaktadır. Her şey aritmetiktir. Sınıfsal ayıraç iptal olmuştur. Eskiden
işçi sınıfına, “sen de büyüksün, yücesin, gücünü bilmiyorsun, gel benle tanrı
ol” diyenler, eski metinlerinde “işçi sınıfı” geçen yerlere “kadın, Kürt, LGBT,
kadın” kelimelerini koyarak kendilerini tekrar piyasaya sürmektedirler. Bahsi geçen cümlenin ardındaki
mantığı sorgulayana rastlanmamaktadır.
12 Eylül, o cümlelerin sahiplerince, sahiplerce
kökleşmiştir. AKP, onlara basarak yükselmektedir. Onların boşalttıkları yerleri
doldurmaktadır. Küçümsedikleri, hor gördükleri yoksulları, sahipsizleri, hiçbir
şeye sahip olmayanları AKP avlamaktadır, üstelik devlet adına. Bugün Ensar’a
küfredenler, yoksulları, çocuklarını okutmaya çalışan emekçi halkı bugüne dek
aşağılık kabul etmiş olduklarını unutturma derdindedirler.
12 Eylül olmuştur. Küçük burjuvalar sağa sola
kaçışmıştır. Bazen toplumdan, bazen tarihten bazen de hayatın kendisinden
takdir ve kıymet dilenmiştir. İktidarsa bazen ağzının payını vermiş, bazen de
ağzına bir parmak bal çalmıştır. Bu pay ve bal, halkın kılcalından
uzaklaşılması, iliğinden uzak durulması ile ilgilidir. Bedel ödenmiştir.
12 Eylül’ün isteyip de bir türlü yapamadığı,
herkesin muhbirleşmesidir. Devletin aşağıya sinmesidir. Bugünkü teknolojik
imkânlarla herkes bu yola sokulmuştur. ABD, ordu, cemaat iç içe geçmiştir. Halk
dışı ve karşıtı ne varsa, yoldaş olmuştur, yol onların tarlasından geçmekte,
onların menziline uzanmaktadır. Devlet, belirli bir kitleyle kendisini yeniden
kurmaktadır. Sol, uzun zaman Kemalizmi sadece iktidarı yukarıdan aşağı kurduğu
için eleştirmiştir. Bu, “ben onu aşağıdan ama gene Kemalizmle kuracağım” anlamına gelir. Bugün olan budur.
Bir devlet kurulmaktadır. Bir iktidar tesis
edilmektedir. Köy enstitüleri yerine kent enstitüleri zaruridir. AKP ne kadar
büyültüldükçe, ne denli yüceltilirse, ne ölçüde her şeye hâkim özne olarak
takdim ve takdis edilirse, bu devlet ve bu iktidar kökleşmektedir. Daha doğrusu
bu ifadeler, o devlet ve iktidarın köklerinin derine inme sancılarıdır. AKP
dolayımdır, mecazîdir.
Acun, yaptığı programlarla insanların hayatlarına
bir dokunuş gerçekleştirmek istediğini söylemektedir. İstediği, istenilen, hayatsız hayattır. O hayat ki ancak kendilerinin yaşayabileceği bir hikâyedir.
Ayrımları, ayıraçları silenler, bir sözle, bir
eylemle, ahmak kitleleri sürükleyeceklerini zannedenler, egemenlerin masasında
yer kapma derdinde olanlar, bireysel siyaset meziyetlerinin takdir edilmesini
bekleyenler, politikasız politika derdindedirler. O politika ki ancak kendilerinin
idrak edeceği bir masaldır.
Kıyamı, kavgayı, hakla batılı, müşrikle muvahhidi
unutanlar, dinsiz din istemektedirler. O din ki sadece kendilerinin inanabileceği
bir yalandır.
O hayatta yaşama kavgasına
yer yoktur. O politika, öteye ve ötekiye kapalıdır, bugün işe yarıyorsa,
açıktır. O dinde Allah yoktadır, yoktur.
Eren Balkır
21 Nisan 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder