Marx yaşasaydı “Mahşer-olmayanın Dört [Beyaz]
Atlısı” (kerametleri kendilerinden menkul Richard Dawkins, Christopher
Hitchens, Sam Harris ve Daniel Dennett) şahsında tecessüm eden ve kendini
anti-teizm dinini yaymaya adamış bu gerici, aşırı milliyetçi, emperyalizm
yanlısı Yeni Ateizm akımı hakkında ne
düşünürdü acaba?
Haz etmeyeceği kesin.
Marx da ateistti ancak onun tanrısızlık diye bir
meselesi yoktu. Daha o zamanda, bundan 150 yıl önce yani, kimi Batılı
aydınların dine, üretkenliği baltalayan, hatta çocuksu bir şey olarak karşı
çıkma noktasındaki takıntılı tutumlarını fark etmişti.
1842 tarihli bir mektubunda şöyle yazıyordu:
“[…]
siyasi koşullar, din çerçevesinde değil, din siyasi koşulların eleştirisi
çerçevesinde eleştirilmelidir, zira bu, bir gazetenin tabiatına ve okuryazar
ahalinin eğitim seviyesine daha uygundur; din, kendi başına ele alındığında
içeriksizdir, o, varlığını göğe değil, dünyaya borçludur ve teorize ettiği
çarpıtılmış gerçekliğin kaldırılmasıyla dinin kendisi de ortadan kalkacaktır.
Sonuç olarak eğer felsefe konuşulacaksa, isterdim ki (onları dinlemeye hazır
olan herkesi öcüden korkmadıklarına inandırmaya can atan çocukların hâlini
hatırlatan) ‘ateizm’ zevzeklikleri yerine, halka felsefenin içeriği aktarılsın.
Voilà tout [“hepsi bu” -ç.n.].”
1844’te, Ekonomik
ve Felsefi Elyazmaları’nda Marx, ateizmin sosyalizmle ilgisi olmadığı
noktasında ısrarcıydı:
“İnsanın
doğanın yaratımı ve doğanınsa insanın yaratımı olduğunun insanlar için açık
duruma gelmiş olmasına izafeten insanın ve doğanın gerçek varoluşu, duyumsal
deneyim yoluyla pratikte açıkça ortaya konmuş olduğundan, doğanın ve insanın
üzerinde bir dışsal varlık meselesi -doğanın ve insanın gerçek olmadıklarının
kabulünü ima edecek böylesi bir mesele- pratikte olanaksız hâle gelir. Ateizm,
tanrının inkârı olarak artık anlamsızdır ve insanın varlığını bu inkâr
üzerinden varsayar; ama sosyalizm olarak sosyalizmin artık böylesi bir dolayıma
ihtiyacı bulunmamaktadır.”
Andy Blunden’ın 2006 tarihli etkileyici ve
kışkırtıcı makalesinin [Marx Neden Ateist Değildi?]
sonuç bölümünde şu sözler yer alıyor:
“Marx’ın
kitleleri teslimiyete ve cehalete mahkûm eden ruhban sınıfına ve eski rejimin
tüm kurumlarına yönelik uzlaşmaz düşmanlığını, ayrıca onun ruhban sınıfının
gericiliği hükmündeki kurumları ile her türlü uzlaşmayı reddettiği gerçeğini
hatırlatmak gerekir.”
Nitekim Marx’ın Komünist Manifesto’da yer alan “Hıristiyan sosyalizmi, rahibin
aristokratın kinini takdis etmekte kullandığı kutsal sudan başka bir şey
değildir” yollu iddiası meşhurdur.
Blunden, “Marx, dinin işçi sınıfı içindeki
etkisine itiraz eder, ancak mistisizmin kendisini ifşa ettiği her türden
biçimden biri olarak. O günlerde mistisizmin bu biçimlerinden birisi de
ateizmdir.” diyor. Başka bir deyişle Marx, ateistlerin -kendisinin tarihsel materyalist
sisteminin kökten karşı olduğu “maddi olmayanın tecessümü olarak”- Tanrı ile
ilgili ironik takıntılarını dinsel olanla aynı kategoride görmüştür.
Nihayetinde, Hegel’in
Hukuk Felsefesinin Eleştirisine Katkı’ya yazdığı 1843 tarihli giriş
yazısında Marx’ın “dolayısıyla dine karşı mücadele, doğrudan doğruya manevi
atmosferi din olan dünyaya karşı mücadeledir” demiş olduğu malum. Başka bir
deyişle (kelimenin gündelik kullanımdaki içeriğiyle değil de ‘materyalist
olmayan’ biçimindeki felsefi anlamıyla) idealizme karşı mücadele.
Marx’ın kötü şöhretli “kitlelerin afyonu” sözü,
genellikle bağlamından koparılarak aktarılır. Bağlam dâhilinde ele alındığında
Marx’ın dinin mazlumlara ve sömürülenlere nasıl bir sığınak sunabileceğini
kavradığı görülür.
“Dinî
ıstırap hem gerçek ıstırabın ifadesi hem de ona karşı bir protestodur. Din,
mazlumun ahı, kalpsiz dünyanın kalbi, ruhsuz koşulların ruhudur. Din halkın
afyonudur.”
Eğitimli ve ayrıcalıklı burjuvalar arasında
orantısız ölçüde sık rastlanan Ateizm, büyük oranda kişinin dâhil olduğu
sınıfla ilişkilidir. Eğer ateist, gerçekten dini ortadan kaldırmak istiyorsa
(birçok Yeni Ateist’in alışkanlık hâline getirmiş olduğu gibi) kitlelerin ne
kadar “aptal” ve “boş inançlı” oldukları hakkında uzun ve boş yazılar yazmak yerine
evvela maddi olanı, dinin sınıfsal temelini işaret etmelidir.
1867 yılında Kapital’in
ilk baskısının önsözünde Marx şunları yazar:
“Siyasi
iktisat sahasında hür bilimsel soruşturma, sadece diğer bütün sahalardaki o
aynı düşmanlarla karşılaşmakla kalmaz. Uğraştığı maddelerin kendilerine özgü
doğaları da savaş meydanında onun karşısına insanın içindeki en şedit, en zalim
ve en habis tutkuları, özel çıkarın Erinyelerini -intikam tanrılarını- hasım
olarak sürer. Örneğin Müesses İngiliz Kilisesi, gelirinin 39’da birinden
vazgeçmektense 39 kuralından 38’inin ihlal edilmesini yeğleyecektir. Bugünlerde
ateizm, mevcut mülk ilişkilerinin eleştirisine kıyasla küçük bir günahtır. Yine
de bariz bir ilerleme var. Geçtiğimiz birkaç hafta içinde yayınlanmış olan “Correspondence with Her Majesty’s Missions
Abroad, regarding Industrial Questions and Trades’ Unions” (Majestelerinin
Dış Ülke Temsilcilikleri ile Sanayi Meseleleri ve Sendikalar Hakkındaki
Yazışmalar) bu konuda örnek verilebilir. Kitapta yabancı ülkelerdeki İngiliz
kraliyet temsilcilerinin Almanya’da, Fransa’da, kısaca Avrupa kıtasının tüm
medeni devletlerinde sermaye ve emek arasındaki ilişkilerde yaşanan köklü
değişimin İngiltere’deki kadar bariz ve kaçınılmaz olduğunu bildirdikleri
kayıtlıdır. Aynı zamanda, Atlantik Okyanusu’nun diğer kıyısında ABD başkan
yardımcısı Bay Wade de yaptığı mitinglerde köleliğin kaldırılmasının ardından
sermaye ilişkilerinde gerçekleşen köklü değişimden söz etmiş ve toprak
mülkiyetinde yaşanacak değişimlerin de sırada olduğunu beyan etmiştir. Mor
harmanilerle ya da siyah cübbelerle üzeri örtülemeyecek alametlerdir bunlar.
Yarın gerçekleşecek bir mucizenin muştucusu değiller. Gösterdikleri şu ki
yöneten sınıflar arasında mevcut toplumun taşlaşmış olmadığı, daha ziyade
değişebilir, hatta mütemadiyen değişmekte olan bir organizma olduğu yönünde bir
önsezi beliriyor.”
(Zengin, beyaz, erkek, hetero-yönelimli) Yeni
Ateistler, ciddi bir mağduriyet kompleksi içindeler; sürekli olarak (elbette
emperyalist beyaz üstünlükçü kapitalist patriyarka tarafından değil de) güya
dindarlar tarafından “ezildikleri” yollu serzenişte bulunuyorlar. Yine de düzen
medyasında yazıları yayınlanıyor, prestijli kurumlarda ya da üniversitelerde
çalışıyorlar ve birçoğu ünlü insanlar. Marx’ın yazdığı gibi; kapitalizm
eleştirileriyle kıyaslandığında ateizmin hiç de netameli bir tarafı yok.
Sosyalistlerse büyük medyada yazamazlar,
genellikle prestijli kurumlarda ya da üniversitelerde istihdam edilmezler,
edilseler bile güçlüyü eleştirdikleri için işlerinden olurlar (sayısız
örneklerden yalnızca biri için bkz. Filistinli radikal akademisyen Steve
Salatia için düzenlenen McCarthyci cadı avı) ve sosyalistlerin çok azı tanınmış
kimselerdir. Marx’ın gözlemi, bugün için de, hatta belki bugün daha fazla
geçerli.
Marx, siyasi iktisada yönelik yaklaşımını tarihin
bilimsel tahlili olarak görüyordu (Engels, bunu bilimsel sosyalizm olarak
adlandırıyordu, biz ise bugün ona “Marksizm” diyoruz). Onun iktisadi teorileri,
bilimsel anlamda gerçekten de birer “teori” idiler, bugün “hipotez” gibi
muamele görmelerine karşın fizikî olguların ampirik olarak doğrulanmış bilimsel
açıklamalarıydılar. Daha önce yazdığım gibi:
“Solcuları
tasalandıran bir biçimde, kapitalizmin ‘kaçınılmaz’ olduğu, ‘insan doğası’na
-ya da daha kötüsü insanî-olmayanın doğasına- dayandığı miti çok yaygın. Ancak
bu boş laflar hiç yeni değil. Bütün bir modern akademik ‘iktisat’ binası çoğu,
sosyokültürel ve tarihsel bağlamdan bağımsız, değişmez, kavranabilir ve belki
de kolaylıkla anlaşılabilir bir ‘insan doğası’na inanan klasik liberal
iktisatçıların çalışmalarının (ve dolayısıyla onların ideolojik, bilimdışı ve
açıkçası güvenilmez varsayımlarının) üzerine kurulu.
Bugün
birçok akademisyenin burjuva iktisatçılarının insanları, piyasada ‘eşit
imkanlar’la ve ‘bilgiye eşit erişim’le sadece kendi ‘rasyonel öz-çıkarlar’ını
izleyen mutlak “rasyonel failler” olarak ele alışları ile alay ettikleri gibi
Marx da zamanında tüm bu düşünürlerle mücadele etmişti (elbette bütün
ekonomistler böyle saçma varsayımlarda bulunuyor değildi ama bu varsayımlar
neoliberal ve neoklasik iktisadın temelini oluştururlar ve bir zamanlar sahip
oldukları öneme artık sahip olmasalar da hala oldukça yaygın olarak kabul
görürler; bu aksiyomlar hâlihazırda İktisada Giriş derslerinin çoğunda apaçık
kavramlarmış gibi öğretilirler).
Marx,
1857’de, yani Kapital’den bir on yıl
önce, Grundrisse’de şunları yazmıştı:
‘[burjuva
iktisatçıları] üretimi -Mill örneğinde olduğu gibi-, âdeta tarihten bağımsız
ebedi doğa yasalarının içine gömülmüş, bölüşümden vs. ayrı bir şey olarak sunma
eğilimindedirler, bu arada fırsat bu fırsat, burjuva ilişkileri de teoride
toplumun temelini teşkil eden karşı konulamaz doğa yasaları diye işin içine
sokulur.’ […]”
Gerici kapitalist Yeni Ateistler, toplumsal
alandaki bu türden bilimsel yaklaşımları ellerinin tersiyle kenara iterler.
Esasen onların çoğu, “gerçek bilim” olarak kabul etmedikleri sosyal bilimleri
hakir görmektedir.
Gerici Yeni Ateistlerle ilişkili tehlikeler,
anılanlarla sınırlı değil. Görece (diğer üç Atlı’ya kıyasla) sessiz olan
Dennett bir yana, Harris, Hitchens ve Dawkins (özellikle de ilk ikisi) sağcı
siyasetin yolunda uygun adım yürüyüşteler. Jacobin’de
yayınlanan ve hareketi yapısöküme uğratan “Yeni Ateizm, Eski İmparatorluk”
adlı yazısında Luke Savage, “Yeni Ateistlerin ilgi görmelerinin nedeni, onların
Batı emperyalizmine gerekli entelektüel kılıfı vermeleridir.” belirlemesinde
bulunuyor. Şunları yazıyor Savage:
“Pratikte
Yeni Ateizm, popülerliğini ve ticarî başarısını, neredeyse tümüyle ‘teröre
karşı savaş’a, işe yararlılığını emperyalist jeopolitikanın entelektüel aracı
olmaya borçlu olan kaba, indirgemeci ve alabildiğine seçici bir eleştiridir.
İlk
dönem ateist geleneklerin bazıları, şiddeti reddedip Sol’un sahip çıktığı
davaların savunuculuğunu yapmışsa da (örneğin Bertrand Russell hem sosyalisttir
hem de tek taraflılıkçıdır), bugün Hitchens, Dawkins ve Harris’in temsil ettiği
ateist damar, saldırgan savaş, devlet şiddeti, temel insan haklarının
kısıtlanması, işkence, hatta işkence bağlamında, Arap uluslarına karşı jenoside
benzer, önleyici nükleer saldırıların yapılmasını savunmakta, bu tür fikirleri
benimseyip lehte olacak şekilde kafa patlatmaktadır.
Bu
ateizmin önde gelen taraftarları, birbirinden farklı ideolojik kılıklara
bürünseler de benimsedikleri politika, sağ liberallerden Avrupa aşırı sağının
proto-faşist demagoglarına uzanan bir aralıkta seyretmektedir.
[…]
Batı
toplumlarında Müslüman karşıtı hisler veya neokonservatif jeopolitika, 11 Eylül
sonrası dünyada yükselişe geçmeseydi, Yeni Ateist projenin ticarî ve
entelektüel başarı kazanması imkânsızdı. Bu proje, “teröre karşı savaş” fonuna
uygundu, şiddete ve yıkıcılığa işaret eden maceracılığıyla İslam’ı monolitik
bir kötülük olarak tarif etti ve bu anlayış itibarlı liberallerin
egemenliğindeki mahfillerde epey taraftar buldu.
[…]
Gene
de hepsi ortak birkaç entelektüel bağla birbirine bağlıdır. Her bir isim,
barbar, tekçi ve gerici Doğu’ya karşı, medeni, kozmopolitan ve ilerici Batı’nın
safında olan, çift taraflı bir dünya görüşüne sahiptir. Farklı politik konumlar
üzerinden, Harris, Hitchens ve Dawkins, Sağ ile belirli zamanlarda kamuoyu
önünde cilveleşmiş, onun en pespaye, en itibarsız unsurlarını coşkuyla
desteklemiş, onlara dönük sempatilerini ifade etmiştir.
Üç
isim de görünüşte kültürel liberaldir. Esas olarak liberal seyirciye seslenir.
Sean Hannity veya Rush Limbaugh’nun asla seslenemeyeceği yollardan, Demokrat
Parti’nin kentli ve “itibarlı” taraftarlarına bakar. Öte yandan da terimin
yaygın olarak anlaşılan biçimine göre, alabildiğine liberal olmayan konumlar
alırlar ve kimi eylemler içerisine girerler.
Entelektüel
süsü püsü kazınıp bakıldığında tüm Yeni Ateist metinler, Darwin, Newton ve
Galile’ye dönük bir yığın cıvık atıfla doludur. Burada karşımıza, geçmişteki
imparatorlukların dilini incelemiş herkese aşina gelecek bir dünya görüşü
çıkar: kültürel açıdan üstünlükçü, yabancıyı özselleştiren ve ötekileştiren,
denk kısımları himaye eden, babahancı, kendi amaçları doğrultusunda uygulanmış
şiddeti meşrulaştıran bir dildir bu.
[…]
O
halde sahip olduğu yüzeysel rasyonalizmin altında Yeni Ateizm, imparatorluğun
entelektüel savunusundan ve küresel kapitalizmin adaletsizliklerini örtbas eden
bir duman perdesinden başka bir şey değildir. O, sıradan gerçeklere derin görüş
elbisesi giydirip, emperyalist projeleri teşvik eden ve aynı zamanda eldeki
önyargılar için gerekli kanalları açan ama öte yandan da mevcut gücünü
putkırıcı, muhalif ve objektifmiş gibi görünmesinden alan, darkafalı bir
evrenselciliktir.
Hitchens,
Harris ve Dawkins, kendilerini liberal politikanın yavan hoşgörüsüne karşı
mücadele yürüten birer entelektüel asi olarak gösterebilir. Ama onlar,
nihayetinde en zararlı eğilimlerden bir kısmının savunucularından başka bir şey
değildirler.”
Kibarca ifade etmek gerekirse, belli ki Marx
bunlara pek de taraftar olmazdı.
Marx’ın gözlemlerinin
-sadece kapitalist üretim tarzına dair olanların değil, ateizmle ilgili
olanların da- onun zamanındakinden çok farklı olan bugünün sanayileşmiş,
teknolojik, küresel finans kapitalist sisteminde hâlâ bu ölçüde geçerli
olduğunu görmek dikkate değer. Böylesine isabetli, zamana dayanıklı tespitler
onun tarihsel materyalizm, Marksist diyalektik ve bilimsel sosyalizm gibi
sistemlerinin doğruluğunu ve önemini bir kere daha gösteriyor.
Ben Norton
20 Şubat 2015
20 Şubat 2015
0 Yorum:
Yorum Gönder