08 Şubat 2016

,

Gazze’nin Çilesi


Gazze’nin Çilesini Kimse Görmüyor
Dünya, on yılı aşkın bir süredir devam eden İsrail’in yasadışı ablukası karşısında kuşatma altındaki Gazzelileri hiç mi hiç görmüyor.
BM’de Libya ve Suriye’yle ilişkili tartışmalara tanıklık ediliyor. Buraların korunmasından dem vuruluyor, ama Gazze halkının acil ihtiyaçlarına dair kimsenin kılı kıpırdamıyor.
Birinci Dünya Savaşı sonrası Filistin’in sorumluluğunu BM üstlendi. Sonra bu ülkeyi Yahudi yurduna dönüştürmesi için İngilizlere verdi. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ülke, Yahudiler ve Filistinliler arasında taksim edildi. Yereldeki halkın ne istediğini soran olmadı.
Gazze’nin Çilesi
İşte Gazze’de yaşanan gerçekler:
Yüzde 43’ü işsiz (gençler arasında işsizlik oranı yüzde 60).
Gayrisafi milli hâsıla yüzde 24 azaldı. Kişi başına düşen reel GSMH 1994’e yüzde 72 iken 2015 yılında yüzde 32’ye geriledi.
Yoksulluk düzeyi yüzde 39. Gıda güvencesizliği yüzde 47.
İçme suyunun yüzde 90’ı temiz değil.
Cinsiyet üzerinden yaşanan şiddet olayları halkın yüzde 73’ünü etkiliyor.
Gazzelilerin yarısından fazlası kronik depresyon yaşıyor, çocukların yarısından fazlası profesyonel desteğe muhtaç.
Bu istatistikler, hikâyenin küçük bir kısmını anlatıyor ve Gazze’nin çilesini tam olarak yansıtmıyor.
Gazze’de yaşamak, dünyanın en büyük açık hava hapishanesinde yaşamak gibi. 1,8 milyonluk nüfusun yarısından fazlası mülteci kamplarında yaşıyor. Çoğu acil tıbbî tedavi imkânından mahrum.
BM yardım kuruluşlarında çalışanlar ve ziyaretçiler bile bu zor koşullardan muzdaripler. Tepenizde insansız hava araçları uçuyor, sonik patlamalara tanık oluyorsunuz, zaman zaman suikastlara kurban gidiyorsunuz, balıkçılar saldırılara maruz kalıyor, füzeler atılıyor, Gazze halkı bir cehennemde yaşıyor.
Son yedi yıl içerisinde İsrail, buraya havadan, karadan ve denizden saldırdı. Halkın saklanacak, sığınacak bir yeri bile kalmadı.
2008-09, 2012 ve 2014’de yaşanan saldırılar çokça ölüme ve yıkıma sebep oldu. Evler ve altyapı mahvoldu. Bu yıkım, İsrail’in şehre inşaat malzemelerinin girmesine mani olmasıyla daha da perçinlendi. Binlerce insan evsiz kaldı. Şehirde elektrik, içecek bir damla su ve kanalizasyon sistemi yok.
2014 yazında 51 gün süren son savaşta 2.147 Filistinli öldürüldü. Bunların 530’u çocuktu. Savaşta 70 İsrailli ölürken bunların 66’sı askerdi.
Sivil kayıplara baktığımızda yaşananın bir savaştan çok katliam olduğu görülüyor. Yaşanan, tam manasıyla bir devlet terörizmi. Gazze’de insanların mülteci olmalarına da izin verilmiyor.
İsrail’in Bahanesi
İsrail, dünyaya Gazze politikasının halkını roketlerden koruma ve Hamas’ın terörist faaliyetleriyle mücadele etme noktasında en gerekli ve en makul politika olduğunu söylüyor.
İsrail, saldırılara yönelik uluslararası planda dillendirilen eleştirileri reddediyor. Amacının Hamas’ı yok etmek değil, ona örgütün dizginlenmesini sağlayacak yeterli acıyı vermek olduğunu söylüyor.
Bar-Ilan Üniversitesi’nde strateji çalışmaları profesörü olarak çalışan Efraim Inbar’ın Jerusalem Post’ta dillendirdiği biçimiyle, “Batı’da düşünce çözüm odaklı, İsrail ise Hamas ile uzun soluklu bir çatışma içerisine giriyor. İsrail hükümeti akıllı bir hamleyle, savunması noktasında sınırlı bir dizi politik ve askerî hedef tanımlıyor. Burada amaç ‘çimenleri biçmek’.[…]”
Bu dil, İsrail’de alışkanlık hâlini almış. Diğer danışmanlar ve liderler de İsrail’in Gazze politikasını güvenlik dışı gerekçeler üzerinden izah ediyorlar.
Örneğin Arial Şaron’un yakın dostu Dov Weisglass, 2005 tarihli “kopuş” planının barış sürecinde “formaldehit” etkisi yarattığından söz ediyor. Her şeyin ötesinde bu planın bir Filistin devletinin varlığını kabul etme yönünde önleyici bir basınç oluşturduğunu düşünüyor.
İsrailli liderler, Washington’ın Filistin devleti fikrini desteklermiş gibi görünmesinden memnunlar. Oysa onların amacı, bunun gerçekleşmesine mani olmak. Bu sebeple Gazze politikası, dönem dönem gerçekleşen katliamlar ve süreklileştirilmiş bir esaretle pekiştirilmiş, kesintili ilerleyen, zulme dayalı bir işgal politikası.
Diplomasiyi Reddetmek
Hamas’ın önde gelen liderleriyle yaptığım görüşmelerde onların uzun soluklu bir ateşkesin tesis edilmesi gerektiğini savunduklarını gördüm. Bu süre elli yılı bulabilir.
Limon Ağacı romanının yazarı ve saygın bir gazeteci olan Sandy Tolan, “İsrail ve ABD, Gazze’de diplomatik bir çözüm için çeşitli kereler fırsat yakalamalarına karşın her seferinde savaşı tercih etti. Bu savaş Gazzeli aileler için yıkım demekti” diyor.
Tolan, Gazze’deki Hamas lideri İsmail Haniye’nin 2006’da Yahudi Barış Lobisi isimli bir STK’ye yazdığı mektuptan bahsediyor. Mektup ABD başkanı Bush’a verilmek üzere, Hamas’in seçimleri kazanmasından hemen sonra kaleme alınmış.
“Bizim asıl ilgilendiğimiz husus istikrar ve güvenliktir, 1967 sınırları dâhilinde bir Filistin devletinin kurulması ile ilgilenmiyoruz. Uzun soluklu bir ateşkes öneriyoruz.” Ardından Haniye kâhince bir yaklaşımla şunu söylüyor: “Bu durumun sürdürülmesi tüm bölgede şiddeti ve kaosu körükleyecektir.”
Bush ve İsrailli liderler bu tip adımlara karşı çıktılar. İlk kısa soluklu ateşkesler bile Gazze’ye şiddeti taşıdı.
Başka bir ifadeyle İsrail ile ABD’nin ana yaklaşımı çimenleri biçmek üzerine kurulu. Bu yaklaşımın durumu normalleştireceği düşünülüyor. Asıl niyet, İsrail’in güvenliğini artırıp bölgeyi istikrara kavuşturmak.
Ne Yapmalı?
Gazze’nin önemini görmek gerek. Filistin Yönetimi, işgal altındaki Batı Şeria’ya vurgu yapıp Gazze’yi marjinalleştiriyor, ama İsrail bu durumun farkında, bu nedenle Gazze’deki halkı sürekli tahammül edilemeyecek bir baskı altında tutuyor.
Gazze: Bir Tarih isimli 2014 yılına ait çalışmasında Fransız tarihçi Jean-Pierre Filiu’nun açık bir dille ifade ettiği üzere, Gazze ellilerden beri süren Filistin direnişinin beslendiği ilhamın ana kaynağı. Bu şehir, aynı zamanda 1987’de patlak veren, süreci epey dönüştürmüş olan intifadanın yaşandığı yer de.
Gazze’nin bin yılı bulan zengin bir tarihe sahip olduğunun pek az insan farkında. Şehir, önemli bir ticaret merkezi ve limanı imiş. Ayrıca Peygamber’in önemli ve yakın müritlerinin gelip yaşadığı, ibadet ettiği yer.
IŞİD’in ortaya çıkışı, Suriye ve Yemen’deki savaşlar, Libya’daki kaos, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır’daki otoriter baskıcı politikalar, Batı ile Rusya arasında yeniden su yüzüne çıkmış husumet, mezhepçi savaşlar ve vekâlet savaşları ile birlikte İsrail uluslararası toplumun kendisine her konuda cevaz vermesinin keyfini çıkartıyor.
ABD, İsrail-Filistin mücadelesine sırtını döndü, bunun yerine, İran’ın nükleer programına diplomatik çözüm bulmakla vaktini geçiriyor.
Böylesi bir bölgesel kurguda Gazze halkının eziyetinin görmezden gelinmesi olağan. İsrail’in tetikleyeceği bir sonraki şiddet dalgası manşetlere çıkana kadar, yeni bir katliam yaşanana dek bu süreç bu şekilde devam eder.
Dikkatlerin başka yöne çevrilmesine karşın Gazze’nin kanamaya devam eden bir yara olarak kalmasına izin verilemez.
Bugün İsrail, ablukayı kaldırana dek hükümetleri ona karşı yaptırımlar uygulamaya zorlamak gerekiyor. Uluslararası hukuka saygı ve asgari bir adalet adına dile getirilen talepler ışığında, şu üç adımın atılması zorunlu:
(1) Gazze’deki Filistinlilere ait olan ve Birleşmiş Milletler’in silâh kaçakçılığının önlenmesi için gözetlediği liman, uluslararası gemi taşımacılığına açılmalıdır;
(2) Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin 33. Madde’si uyarınca abluka ve diğer toplu cezalandırma biçimlerine derhal son verilmelidir;
(3) Ablukanın kaldırılmasına paralel olarak karşılıklı ateşkes imzalanmalı, eğer bu ateşkes üç ay içerisinde uygulanmaz ise uluslararası gözlemcilerin himayesinde bir koruma mekanizması teşkil edilmelidir.
Richard Falk
1 Şubat 2016

0 Yorum: