Dünya, on yılı aşkın bir süredir devam eden
İsrail’in yasadışı ablukası karşısında kuşatma altındaki Gazzelileri hiç mi hiç
görmüyor.
BM’de Libya ve Suriye’yle ilişkili tartışmalara
tanıklık ediliyor. Buraların korunmasından dem vuruluyor, ama Gazze halkının
acil ihtiyaçlarına dair kimsenin kılı kıpırdamıyor.
Birinci Dünya Savaşı sonrası Filistin’in
sorumluluğunu BM üstlendi. Sonra bu ülkeyi Yahudi yurduna dönüştürmesi için
İngilizlere verdi. İkinci Dünya Savaşı’nın ardından ülke, Yahudiler ve
Filistinliler arasında taksim edildi. Yereldeki halkın ne istediğini soran
olmadı.
Gazze’nin
Çilesi
İşte Gazze’de yaşanan gerçekler:
Yüzde 43’ü işsiz (gençler arasında işsizlik oranı
yüzde 60).
Gayrisafi milli hâsıla yüzde 24 azaldı. Kişi
başına düşen reel GSMH 1994’e yüzde 72 iken 2015 yılında yüzde 32’ye geriledi.
Yoksulluk düzeyi yüzde 39. Gıda güvencesizliği
yüzde 47.
İçme suyunun yüzde 90’ı temiz değil.
Cinsiyet üzerinden yaşanan şiddet olayları halkın
yüzde 73’ünü etkiliyor.
Gazzelilerin yarısından fazlası kronik depresyon
yaşıyor, çocukların yarısından fazlası profesyonel desteğe muhtaç.
Bu istatistikler, hikâyenin küçük bir kısmını
anlatıyor ve Gazze’nin çilesini tam olarak yansıtmıyor.
Gazze’de yaşamak, dünyanın en büyük açık hava
hapishanesinde yaşamak gibi. 1,8 milyonluk nüfusun yarısından fazlası mülteci
kamplarında yaşıyor. Çoğu acil tıbbî tedavi imkânından mahrum.
BM yardım kuruluşlarında çalışanlar ve
ziyaretçiler bile bu zor koşullardan muzdaripler. Tepenizde insansız hava
araçları uçuyor, sonik patlamalara tanık oluyorsunuz, zaman zaman suikastlara
kurban gidiyorsunuz, balıkçılar saldırılara maruz kalıyor, füzeler atılıyor,
Gazze halkı bir cehennemde yaşıyor.
Son yedi yıl içerisinde İsrail, buraya havadan,
karadan ve denizden saldırdı. Halkın saklanacak, sığınacak bir yeri bile
kalmadı.
2008-09, 2012 ve 2014’de yaşanan saldırılar çokça
ölüme ve yıkıma sebep oldu. Evler ve altyapı mahvoldu. Bu yıkım, İsrail’in
şehre inşaat malzemelerinin girmesine mani olmasıyla daha da perçinlendi.
Binlerce insan evsiz kaldı. Şehirde elektrik, içecek bir damla su ve
kanalizasyon sistemi yok.
2014 yazında 51 gün süren son savaşta 2.147
Filistinli öldürüldü. Bunların 530’u çocuktu. Savaşta 70 İsrailli ölürken
bunların 66’sı askerdi.
Sivil kayıplara baktığımızda yaşananın bir
savaştan çok katliam olduğu görülüyor. Yaşanan, tam manasıyla bir devlet
terörizmi. Gazze’de insanların mülteci olmalarına da izin verilmiyor.
İsrail’in
Bahanesi
İsrail, dünyaya Gazze politikasının halkını
roketlerden koruma ve Hamas’ın terörist faaliyetleriyle mücadele etme
noktasında en gerekli ve en makul politika olduğunu söylüyor.
İsrail, saldırılara yönelik uluslararası planda
dillendirilen eleştirileri reddediyor. Amacının Hamas’ı yok etmek değil, ona
örgütün dizginlenmesini sağlayacak yeterli acıyı vermek olduğunu söylüyor.
Bar-Ilan Üniversitesi’nde strateji çalışmaları
profesörü olarak çalışan Efraim Inbar’ın Jerusalem
Post’ta dillendirdiği biçimiyle, “Batı’da düşünce çözüm odaklı, İsrail ise
Hamas ile uzun soluklu bir çatışma içerisine giriyor. İsrail hükümeti akıllı
bir hamleyle, savunması noktasında sınırlı bir dizi politik ve askerî hedef
tanımlıyor. Burada amaç ‘çimenleri biçmek’.[…]”
Bu dil, İsrail’de alışkanlık hâlini almış. Diğer
danışmanlar ve liderler de İsrail’in Gazze politikasını güvenlik dışı
gerekçeler üzerinden izah ediyorlar.
Örneğin Arial Şaron’un yakın dostu Dov Weisglass,
2005 tarihli “kopuş” planının barış sürecinde “formaldehit” etkisi
yarattığından söz ediyor. Her şeyin ötesinde bu planın bir Filistin devletinin
varlığını kabul etme yönünde önleyici bir basınç oluşturduğunu düşünüyor.
İsrailli liderler, Washington’ın Filistin devleti
fikrini desteklermiş gibi görünmesinden memnunlar. Oysa onların amacı, bunun
gerçekleşmesine mani olmak. Bu sebeple Gazze politikası, dönem dönem
gerçekleşen katliamlar ve süreklileştirilmiş bir esaretle pekiştirilmiş,
kesintili ilerleyen, zulme dayalı bir işgal politikası.
Diplomasiyi
Reddetmek
Hamas’ın önde gelen liderleriyle yaptığım
görüşmelerde onların uzun soluklu bir ateşkesin tesis edilmesi gerektiğini
savunduklarını gördüm. Bu süre elli yılı bulabilir.
Limon
Ağacı romanının yazarı ve saygın bir
gazeteci olan Sandy Tolan, “İsrail ve ABD, Gazze’de diplomatik bir çözüm için
çeşitli kereler fırsat yakalamalarına karşın her seferinde savaşı tercih etti.
Bu savaş Gazzeli aileler için yıkım demekti” diyor.
Tolan, Gazze’deki Hamas lideri İsmail Haniye’nin
2006’da Yahudi Barış Lobisi isimli bir STK’ye yazdığı mektuptan bahsediyor.
Mektup ABD başkanı Bush’a verilmek üzere, Hamas’in seçimleri kazanmasından
hemen sonra kaleme alınmış.
“Bizim asıl ilgilendiğimiz husus istikrar ve
güvenliktir, 1967 sınırları dâhilinde bir Filistin devletinin kurulması ile
ilgilenmiyoruz. Uzun soluklu bir ateşkes öneriyoruz.” Ardından Haniye kâhince
bir yaklaşımla şunu söylüyor: “Bu durumun sürdürülmesi tüm bölgede şiddeti ve
kaosu körükleyecektir.”
Bush ve İsrailli liderler bu tip adımlara karşı
çıktılar. İlk kısa soluklu ateşkesler bile Gazze’ye şiddeti taşıdı.
Başka bir ifadeyle İsrail ile ABD’nin ana
yaklaşımı çimenleri biçmek üzerine kurulu. Bu yaklaşımın durumu
normalleştireceği düşünülüyor. Asıl niyet, İsrail’in güvenliğini artırıp
bölgeyi istikrara kavuşturmak.
Ne
Yapmalı?
Gazze’nin önemini görmek gerek. Filistin Yönetimi,
işgal altındaki Batı Şeria’ya vurgu yapıp Gazze’yi marjinalleştiriyor, ama
İsrail bu durumun farkında, bu nedenle Gazze’deki halkı sürekli tahammül
edilemeyecek bir baskı altında tutuyor.
Gazze:
Bir Tarih isimli 2014 yılına ait
çalışmasında Fransız tarihçi Jean-Pierre Filiu’nun açık bir dille ifade ettiği
üzere, Gazze ellilerden beri süren Filistin direnişinin beslendiği ilhamın ana
kaynağı. Bu şehir, aynı zamanda 1987’de patlak veren, süreci epey dönüştürmüş
olan intifadanın yaşandığı yer de.
Gazze’nin bin yılı bulan zengin bir tarihe sahip
olduğunun pek az insan farkında. Şehir, önemli bir ticaret merkezi ve limanı
imiş. Ayrıca Peygamber’in önemli ve yakın müritlerinin gelip yaşadığı, ibadet
ettiği yer.
IŞİD’in ortaya çıkışı, Suriye ve Yemen’deki
savaşlar, Libya’daki kaos, Türkiye, Suudi Arabistan ve Mısır’daki otoriter
baskıcı politikalar, Batı ile Rusya arasında yeniden su yüzüne çıkmış husumet,
mezhepçi savaşlar ve vekâlet savaşları ile birlikte İsrail uluslararası
toplumun kendisine her konuda cevaz vermesinin keyfini çıkartıyor.
ABD, İsrail-Filistin mücadelesine sırtını döndü,
bunun yerine, İran’ın nükleer programına diplomatik çözüm bulmakla vaktini
geçiriyor.
Böylesi bir bölgesel kurguda Gazze halkının
eziyetinin görmezden gelinmesi olağan. İsrail’in tetikleyeceği bir sonraki
şiddet dalgası manşetlere çıkana kadar, yeni bir katliam yaşanana dek bu süreç
bu şekilde devam eder.
Dikkatlerin başka yöne çevrilmesine karşın
Gazze’nin kanamaya devam eden bir yara olarak kalmasına izin verilemez.
Bugün İsrail, ablukayı kaldırana dek hükümetleri
ona karşı yaptırımlar uygulamaya zorlamak gerekiyor. Uluslararası hukuka saygı
ve asgari bir adalet adına dile getirilen talepler ışığında, şu üç adımın
atılması zorunlu:
(1) Gazze’deki Filistinlilere ait olan ve
Birleşmiş Milletler’in silâh kaçakçılığının önlenmesi için gözetlediği liman,
uluslararası gemi taşımacılığına açılmalıdır;
(2) Dördüncü Cenevre Sözleşmesi’nin 33. Madde’si
uyarınca abluka ve diğer toplu cezalandırma biçimlerine derhal son
verilmelidir;
(3) Ablukanın
kaldırılmasına paralel olarak karşılıklı ateşkes imzalanmalı, eğer bu ateşkes
üç ay içerisinde uygulanmaz ise uluslararası gözlemcilerin himayesinde bir
koruma mekanizması teşkil edilmelidir.
Richard Falk
1 Şubat 2016
1 Şubat 2016
0 Yorum:
Yorum Gönder