Herkesi kendisi gibi bilmenin, sadece kelle sayısına bakmanın, niteliği
niceliğe kurban etmenin bir âlemi yok. Herkesin de böyle olduğunu zannetmek,
manasız. Pürüzsüz, saf, soyut, gerçeklikten kopuk bir âlemden konuşmak da.
O âlemde din ve millet, öcü olarak takdim ediliyor. Dinden ve milletten
ari, münezzeh olandan bugüne akınlar tertipleniyor. Yaklaşık yüz yıl önce
Komintern kulislerinde Mustafa Suphi’ye “boş yere çırpınmayın, İslam âleminde
devrim mevrim olmaz” diyenler, bugün de aynı sözü sarf ediyorlar. Suphi,
Komintern’de bu söze yönelik öfkesiyle şunu söylüyor: “Doğu’da devrim
ocaklarını yakacağız!”
* * *
Devrim ocaklarının külü üzerine kuruluyor bu devlet. Futbol tarihinde[1]
görüldüğü üzere, ulus-devlet, sanayileşme, burjuvalaşma ile her şey bir kalıba
dökülüyor. Halkın olan, dışarıda tutuluyor, yabani olanlar törpüleniyor, keskin
dişler sökülüyor, çapaklar alınıyor. Burjuva saraylarına uygun bir kıvama
getiriliyor. Devlet, Türk’ü ve Sünni Müslüman’ı; sol da Kürd ve Alevî
Müslüman’ı çitliyor. Kendi hanesine kapatıyor.
O hâlde egemenlerin dinine karşı mücadele, solda tecessüm eden dini de
karşıya almayı gerekli kılıyor. Ev kölelerine[2] karşı mücadele, her daim
sıcaklığını muhafaza ediyor. Kendisini kesmesin diye “ezen-ezilenden,
burjuvazi-proletarya”dan bahsedenlerin bu yarılmayı, çatışmayı, tam
kalplerinde, etlerinde hissetmeleri gerekiyor. Sınıfı ve ezileni lügatinden ve
dilinden söküp atanlar, bu ayrımları, çatışmaları kendisinde
etkisizleştirenlerle yan yana oturuyorlar. Bir yok ve boş yer olarak devlet,
sol diye bir muadil oluşturuyor.
Sınıf mücadelesi veya ezilen mücadelesi âlemin dışına atılınca,
savuşturulunca özgürleşeceklerini zannediyorlar. Siyaset yapma gereği
duyduklarında, derhal karşılarına dini ve milleti alıyorlar. “Devletle mücadele
ediyoruz” diyorlar. Devlete karşı mücadele, bireyselliğin serbestiyeti adına,
liberalizm sularında kulaç atmak olarak gerçekleşiyor. Dinî ve millî ne varsa
düşman ediliyor, böylelikle liberalizmin bireyine hizmet ediyorlar. Kolektif,
çoğul, müşterek olan, o birey adına, bir bir katlediliyor.
* * *
“Eğitimli ve ayrıcalıklı
burjuvalar arasında orantısız ölçüde sık rastlanan Ateizm, büyük oranda kişinin
dâhil olduğu sınıfla ilişkilidir. Eğer ateist, gerçekten dini ortadan kaldırmak
istiyorsa (birçok Yeni Ateist’in alışkanlık hâline getirmiş olduğu gibi)
kitlelerin ne kadar ‘aptal’ ve ‘boş inançlı’ oldukları hakkında uzun ve boş
yazılar yazmak yerine, evvela maddi olana, dinin sınıfsal temeline işaret
etmelidir.”[3]
Maddî ve sınıfsal olandan bahsetmek, öznenin kendisini de kesecek bir
pratik olduğundan, maddî ve sınıfsal olandan kaçılıyor. Havada asılı, kendinden
menkul olgular olarak din ve millet, ezeli-ebedi düşmanlar kabul edilip hedefe
konuluyor, elde sopa, dövülüyor. Sonra kitlelere, “aslında tüm sorunlarınızın
kaynağı din ve millet diye bir şeylerin olması. Onlardan kurtulacağınız, rahata
ereceğiniz yerse soldur” deniliyor. Buna da burjuvadan ödünç aldıkları
kavramla, “eşitlik” diyorlar. Eşitlikse liberalizmde özgürlüğün önşartı.
Maddi ve sınıfsal olana bakılmadığı için dinin ve milletin maddi ve
sınıfsal oluşumu, din ve millet içerisindeki maddi ve sınıfsal yarılmalar,
çatışmalar, sıçramalar, mevzilenmeler görünmüyor.
Oysa Mustafa Suphi, karşımıza bunlara dair bir mecaz, bir im, bir ayet
olarak çıkıyor. Dinî ve millî olanın ne şekilde devrimci sonuçlar
üretebildiğini gören bir özne olarak Suphi, bu ülkenin temellerindeki Batılı,
kendisini Batılı olduğu zannıyla yüce gören Balkanlı kadroların eliyle
katlediliyor.
Suphi anmalarında onun adını ağzına bile almamalarının sebebi bu. O yüzden
yaşadıkları küçük burjuva hikâyelere yüce anlamlar yüklüyorlar. Sosyalizmin
yolunun kendi adımlarıyla başladığını zannediyorlar. Suphi’yi “ahmak, cahil,
bilgisiz, yabanî ve maceracı” buluyorlar. Kendilerini yüceltmek için geçmişe
küfretmek gerekiyor. Suphi, sadece kendi programlarını, teorilerini reklâm
etmek için bir araç olarak kullanılıyor.
Bu nedenle, HDP milletvekili Erdal Ataş’ın ağzından çıktığı biçimiyle,
“Marksizm-Leninizm-Maoizm bugünü karşılamıyor, onu aşmak gerekiyor. ‘Proletarya
diktatörlüğü’ gibi geri kavramları terk etmek gerekiyor” deniliyor.
Çok daha gerici bir yerden, Aydınlık Yol lideri Abimael Guzmán ise
militanlarına Hz. Muhammed’in hayat hikâyesinin anlatıldığı bir kitabı
okutturuyor. Onların bir avuç insanın bir isyana nasıl öncülük edebildiğini o
peygamberden öğrenmelerini istiyor. [4] Bizim eski Maoistlerimiz ise dine
küfrederek yüceleceklerini zannediyorlar.
* * *
Kürd’ün ve Alevi’nin çitlenmesi, “bunların mücadelesi, bizim sosyalizm
mücadelemizin parçası” denilerek gerçekleştiriliyor. Devletin çitlediği Türk’ün
karşısına solun çitlediği Kürd; devletin çitlediği Sünni’nin karşısına ise
solun çitlediği Alevî çıkartılıyor. Bunların ehlileştirilmiş,
Batılılaştırılmış, dişleri sökülmüş, kavganın harrından kaçırılmış soyut bir
varlık hâlinde örgütlenmesine bakılıyor.
Hâlâ Alevîlerin İran’a asimile edilmesinden bahsediyorlar, çünkü onların
Almanya’ya asimile edilmesine razılar. Burada dövüşen bir güç olarak Alevîliği
sol da gerici buluyor. Karizmasını çizeceğinden korkuyor. Özgür birey, kolektif
varlık olarak Kürd’ü ve Alevî’yi kendisine düşman görüyor esasında. Onların
sınıfsal-politik ve devrimci-politik hareketlenme imkânları bastırılmak
zorunda. “Eşitlenmek” dedikleri budur:
“Karşıma beni aşan, benden yüce, beni küçülten, benim gücümden fazlasını
içeren şeylerle gelme” deniliyor. Mikro-devlet olarak birey, bu emirleri
savuruyor sağa sola. Bu birey, ancak kendisini kurana hizmet edebiliyor. Ortak
davaya hamal-işçi olmayı aşağılık bir şey kabul ediyor. Ortak dava, yerden
kaldırılıp zulme ve sömürüye karşı örgütlenmeyi bekliyor. Bayrağımıza bu
yalnızlık yakışmıyor.
Bayrağın değil, kendi bireyliğinin yalnızlığına ve azlığına bakanlar,
Davutoğlu Toledo’dan bahsedince o kenti kuşatan cumhuriyetçilere karşı direnen
faşistleri bile sahiplenebiliyorlar. Toledo, Sur’dan Cizre’ye dek uzanan
bayındırlık planlarına işaret ediyor. Evler bu nedenle yıkılıyor, bölge bu
sebeple insansızlaştırılıyor. Önü sonu faşizm, insanı aşağı çekmekle
korkutuyor. Yücelen insan, burjuvazinin “insan”ına kul oluyor, ona razı
geliyor. Toledolaşacak Sur’dan nasırlı eller, çıplak ayaklar geçemeyecek, bu
biliniyor.
Solun timsah gözyaşlarına kanmamak gerekiyor. Dinsiz ve milletsiz olduğu
âlemde Arnavut kaldırımlarına bakan meyhanelerde içmeyi o da hak ediyor.
Eren Balkır
1 Şubat 2016
Dipnotlar:
[1] John Storey, “Modern Futbolun İcadı”, 1 Şubat 2016, İştirakî.
[2] Malcolm X, “Ev Kölesi ve Tarla Kölesi”, 14 Ocak 2016, İştirakî.
[3] Ben Norton, “Yeni Ateistler”, 20 Şubat 2015, İştirakî.
[4] Gustavo Gorriti Ellenbogen, The Shining Path: A History of the
Millenarian War in Peru, s. 26.
0 Yorum:
Yorum Gönder