“Pakistan
bir İslam devletiyim dese de o bir Müslüman devlet değildir. O İslam karşıtı
emperyalist ve kapitalist nüfuz altında olmak istemektedir. İslam açısından
Allah sadece Müslümanların değil tüm insanların Tanrı’sıdır. Burada millet, din
ve deri renginin bir önemi yoktur. Rabb Allah’ın en yüce kimliğidir.
Dolayısıyla Rububiyet’e hizmet etmek bizim en önemli görevimizdir.”
Ondaki sosyalizm etkisine bağlı olarak Başani
sınıf mücadelesini burjuvazinin adaletsizliklerine ve zulmüne karşı cihad
olarak değerlendirir.
Kızıl Mevlânâ olarak anılan Abdülhamid Han Başani
17 Kasım 1976 tarihinde Dakka’da, 96 yaşında vefat eder.
Başani’nin hayatı İngiliz hâkimiyeti boyunca
doğmuş ve eğitim görmüş insanların yolculuklarını yansıtan bir ayna gibidir.
Bağımsız Bangladeş’te hürmet gören bir isimdir. Politik açıdan faaliyetlerine
Cemaatu’l Ulemaye Hind’de başlar. Ulusal Avami Partisi’ne girer ama oradan da
ayrılır.
Aşağıdaki belge bu esrarengiz ismin özünü
anlamamıza yardım edecektir. Bu belge müritlerine ettirdiği yemin metnidir (bayah).
“Allah
(cc) adına imanımı eksiksiz icra edeceğime söz veriyorum. Resulallah’ın Allah
tarafından gönderilen elçi olduğuna kesin olarak inanıyorum. Resul’ün
naklettiği, izin verilenler ve verilmeyenlerle ilgili tüm talimatlara uyacağım.
Allah’tan
başka kimsenin önünde eğilmeyeceğim.
Her
türlü zorbalıktan ve suiistimalden kurtulmanın yegâne yolu olan sosyalizmi
kurmak için yorulmak nedir bilmeksizin çalışacağım.
Emperyalizmin,
kapitalizmin, feodalizmin, tefeciliğin ve yolsuzluğun her biçimini toplumdan
söküp atmak için gönüllü köylü birliklerine katılacağım.
Kadiriye,
Nakşibendiye, Çistiye tarikatına göre, tüm ayinleri, tefekkür, şefaat, namaz ve
oruçları icra edeceğim.
Her
yılın 19/20 Ocak’ında Tangail, Santos’ta düzenlenen büyük seminere katılacağım
ve İslam Üniversitesi’nin ilerlemesine ve gelişmesine katkı sunacağım.”
Şakirt yemini İslamî pedagojinin iki özelliğini
bize verir: imanla kaynaşmış amel ve sözel geleneğe bağlanma. Amel ya da doğru
eylem bağlıların ana yükümlülüğüdür. Burada amaç namaz ve oruçtan yıllık
toplantılara katılmaya dek tüm fizikî faaliyetleri yerine getirmektir. Bu, edeb
kelimesi ile karşılanabilecek, alışkanlıklar ve pratikle koşullandırılmış
varlık hâli anlamında Aristocu hexis kavramına benzer.
Sözel gelenek Çistiye, Kadiriye ve Nakşibendi Sufi
tarikatlarına ve onların pratiklerine atıfta bulunmak olarak değerlendirilir.
İslamî gelenek yazılı olmazdan önce sözeldir, Kur’an kelimesi de ezberden okuma
anlamına gelmektedir. Yazılı hâline Mushaf denilir. Sözün önce gelmesi İslamî
pedagojide bir şekilde muhafaza edilir. İlkin Kur’an hatmedilir, Sünnet’in
anlatıldığı bir tür anlayış bilimi geliştirilir, oradan da sufilerin niyazlarında
muhafaza edilen silsile öğretilir. Bu tür canlı sözel gelenekler Bangladeş’te
devletten bağımsız kavmîlerde (cemaatlerde), medreselerde ve sufi
tarikatlarında nefes alıp vermeye devam etmektedir.
Müslüman geçmişi olan insanlar Kur’an’daki kısa
ayetlerin öğrenilmesi ve ezberlenmesi, beş vakit namazın kılınması yoluyla bu
sözel gelenekle bağ kurabilmektedirler. Bu eğitim ve uygulama ilk örneğini
Mekke’deki ilk cemaatte bulur. Hz. Muhammed’e Kur’an ayetlerini ezberleten ve
namaz kılmayı gösteren Cebrail’dir.
Bu epistemolojinin ilkeleri ilk fıkıh kitabının
yazarı ve Maliki fıkıh okulunun kurucusu İmam Malik ibn Enes’in Muvatta’sında
aktarılan Peygamber geleneğinde ortaya konmuştur.
İmam Malik bilgi arayışını tavsiye eden birçok
geleneğe vakıftır ama sadece Peygamber’e dek uzanan yolda öğretmenin öğrenciye,
sineden sineye, kalpten kalbe bilgi arayışının özünü ifade etmek için şu hadisi
aktarmayı kendisi yeterli görmüştür.
“Pir Lokman vasiyetini hazırlar ve oğluna şu öğüdü verir:
‘Oğlum! Bilgili insanların yanına otur ve hep onlara yakın ol. Zira Allah
gökten bol yağmur dökerek ölü toprağa hayat verdiği gibi, irfanın ışığı ile
kalplere de can verir.”
21 Nisan 2014
Kaynak
Kaynak
0 Yorum:
Yorum Gönder