Bana muhtelif durumlarda ve sıklıkla düşüncemin,
inancımın ne olduğu sorulur. Bense bu soruyu “Hıristiyan komünistim” diye
cevaplarım. Bir grup Çinli öğrenci ve uzmanla Marksizm hakkında konuşuyor da
olsam, genç anti-kapitalist eylemcilerin veya sendikacıların toplantısında ya
da geleneksel Marksistlerin kongresinde, hatta bir grup dindarla da konuşuyor
olsam bu cevabım ister istemez bir soru yağmurunu tetikliyor. Hıristiyan ve
komünist -bunlar iki ayrı kutup değil mi? Komünistler ve komünist ülkeler dine
onun ‘halkın afyonu’ oluşundan dolayı karşı değiller mi? Hıristiyanlar ‘ateist’
komünizmin doğrudan doğruya karşısında değiller mi? Bu sorular, hem de en
ummadığınız yerde, çoğunlukla teolojik konuların girift yanlarına dair sorulara
dönüşüyor.
Bu yüzden karşılaştırılamaz görünen bu terimlerin
buluştuğu kavşağa işaret etmek istiyorum. Öncelikle Hıristiyan komünizminin
uzun ve canlı bir tarihi olduğunu belirtmek gerek. Bu tarih Engels (1894-95
[1990]), Rosa Luxemburg (1970 [1905]) ve Karl Kautsky (2007 [1908], 1976
[1895–97]-a, 1976 [1895–97]-b; 1977 [1922]) gibi Marksistlerce netlikle
serimlenmiş ve bugüne kadar da birçok eleştirmen tarafından ayrıntılandırılıp
genişletilmiştir. Bu, iki bin yıllık bir tarihtir ve elbette çağdaş sosyalizmi
önceler. Kurucu mitolojik önermeleri Yeni Ahit’in Elçilerin İşleri kitabının
ikinci ve dördüncü bölümlerinde, yani ilk Hıristiyan topluluğunun “her şeyde
ortaklaştığı”nın anlatıldığı yerdedir. İfade tam olarak şöyledir: “İmanlıların
tümü bir arada bulunuyor, her şeyi ortaklaşa kullanıyorlardı. Mallarını
mülklerini satıyor ve bunun parasını herkese ihtiyacına göre dağıtıyorlardı.” (Elçilerin
İşleri 2:44–45)
Bu, oldukça basit gelebilir, sözkonusu olan bugün bile
görülen türden bir komündür. Bununla beraber bu alçakgönüllü çabanın devrimci
bir anlamı olduğu zamanlar da olmuştur. Örneğin on altıncı yüzyılın başlarında
Alman devletlerindeki Köylü Devrimi’nin liderlerinden Thomas Müntzer omnia sunt communia -her şey
müşterektir- sözünü hareketin sloganı hâline getirmişti. Hatta ona göre
Hıristiyanlığın mesajı şuydu: “İnancımızın hayata geçirmeyi arzu ettiğimiz
esaslarından biri her şeyde ortaklıktır [omnia
sunt communia], her şey durumun gereklerine ve herkesin muhtelif
ihtiyaçlarına göre pay edilmelidir”. (Kautsky 1987, 130). Bugün bu İncil emrine
riayet ederek yaşam süren Hıristiyan topluluklar biliyorum; bu toplulukla
kendilerini bu kadim Hıristiyan komünizmi geleneğinin parçası addediyorlar.
Biz yine Thomas Müntzer’in tebliğine dönelim, zira
şunları ekliyor Müntzer: “Hangi prens, kont ya da baron kendisine hakikat
ısrarla tebliğ edildiği halde onu kabule yanaşmazsa kellesi uçurulacak ya da
asılacaktır” (Kautsky 1987, 130). Ben bunu oldukça açık bir devrim çağrısı
olarak okuyorum; bu çağrı türlü biçimler alabilir ama mutlaka yönetici sınıfın
kolektif faaliyetlerinden alıkonmasını gerektirir. İnsanları ortaklaşarak
yaşamaya, ortak mülkiyete ve kolektifin gerçekte ne anlama geldiğini keşfetmeye
teşvik etmek işin bir yönü. Diğer yönü ise devrimdir. Eğer yalnızca muhtelif
komünal yaşam biçimlerine yönelik bir arayışa odaklanırsak mevcut durum içinde
fazlaca rahat hissetme tehlikesi belirir. Ya başta karşı çıktığımız duruma ayak
uydurmuş bir hücreye dönüşürüz ya da kendimizi mümkün olduğu kadar o durumdan
çıkarmaya uğraşırız. Her iki durumda da devrimci bir gündemi, yani sistemin
kendisini değiştirme gerekliliği ile niyetini bir kenara koymuşuz demektir.
Artık reformistizdir; onu mevcut anda daha
yaşanılır kılmak üzere sistemin küçük parçalarını düzeltmekle uğraşırız.
Reformu bir yana bırakalım demiyorum, ama reformun her daim devrimci bir
gündemin ışığında ele alınması gerektiğini söylüyorum. Ancak o zaman
reformların bir anlamı olur; zira o durumda bize sürekli devrimin gerekliliğini
hatırlatır ve devrim hedefine hizmet ederler.
Şu hâlde devrim Hıristiyan komünist geleneğin
diğer ana bileşenidir. Hıristiyanlığın metanoia
çağrısı, yani toplumsal, iktisadî ve kişisel düzlemlerde bir yön değişikliğine
davet eden çağrı göz önüne alındığında olağan olan da böyle olması değil mi? Bu
çağrı son yıllarda genellikle bir ‘tövbe’ çağrısı olarak anlaşılır oldu, öyle
olunca da böyle bir dönüşümün zengin toplumsal boyutları yadsınmış oluyor. İki
bin yıllık uzun Hıristiyan tarihi boyunca bu çağrı ve İncil’in kendisi birbiri
ardına devrimlere ilham verdiler. Waldocular[1], Havari Kardeşliği[2],
Lollardlar[3], Taborlular[4], Thomas Müntzer’in yanında yer alan köylüler,
kuzey Hollanda’daki ve Münster’deki Anabaptistler, Rus devrimindeki Tanrı-arayanlar
ve Tanrı-yapıcılar[5], Çin devrimindeki Hıristiyan materyalistler[6], 12.
yüzyıl başlarının radikal Hıristiyan sosyalistleri, 1970’li ve 1980’li yıllarda
Latin Amerika’daki gerilla rahipler… bu liste uzar gider. Aslına bakılırsa
böylesi bir liste konuyu benim Hıristiyan komünist olmamın diğer bir nedenine
getiriyor: dört başı mamur bir devrim henüz gerçekleşmemiş değil, böyle
devrimlerin uzun bir tarihi var. Bu devrimlerin çoğunun hatalar işlediği doğru
şüphesiz; ancak birçok başarılar elde ettikleri de doğru. Her iki durumda da bu
eski örneklerden öğrenecek çok şeyimiz var.
Hıristiyan komünizminin diğer yönlerini de kısaca
ele almak isterim. Evvela, sözkonusu geleneğin mücadele ettiği eski-yeni
gerilimi var. Yani devrim (metanoia)
ile ilgili fikirlerin bir sonucu olarak geçmişten radikal bir kopuş ile
geçmişin devrimden sonra da birçok biçimde devam ettiği gerçeği arasındaki
gerilim. Bir devrimi gerçekleştirdiğinizde eskiye dair her şeyi yıkıp yeniden
mi başlarsınız? Birçokları, alaşağı edilen her şeyin yoz ve bozulmuş olduğu ve
bunların yeni uğruna süpürülüp atılması gerektiği düşüncesiyle bu yaklaşımı
benimsemişlerdir. Ya da eskinin enkaz ve artığından tamamen farklı bir şey
yaratmak üzere istifade mi edersiniz? Gidenin, yani eskide kalanın en iyi
yönlerini alarak diyalektik bir dönüşüme girişir ve böylelikle insan
yaratıcılığı ve hayal gücünün yeni bir düzeye çıkmasını mı koşullarsınız? Ben
her iki unsurun da radikal bir kopuş ile bir süreklilik hissinin birbirleriyle
yaratıcı bir etkileşim içinde korunduğu bir gerilim dâhilinde bir arada
tutulmasını öneriyorum. Örneğin Rus devriminin ardından bazıları eski düzenden
kalan her şeyi yok etmek istediler, diğerleriyse sosyalizmi kurmak üzere o
düzenin en iyi yanlarını saklı tutmak. Bu mesele bizi Hıristiyan komünist
hareketlerin geleneği ile karşı karşıya getiriyor: her devrim kendisinin
tamamen yeni olduğuna inanır, ancak böyle bir devrimler geleneğinin varlığı
geçmişin bir yönüyle şimdide sürmekte olduğuna delalet eder.
Başka bir mesele de Hıristiyanlık dâhil birçok
dinin muhafazakârlığıyla ilgili. Bu dinler hangi tiran iktidardaysa onu
destekleyip meşrulaştırmaya can atarlar, özellikle de bu tiran sözkonusu
dindense ve ona sahip çıkıyorsa. Bu durumun sözü edilen tutumun tam karşıtını
sergileyen Hıristiyan komünizmi ile ilgisi ne olabilir? Bazıları Hıristiyan
komünizminin Hıristiyanlığın gerçek hakikati olduğunu, onun özünü teşkil
ettiğini ve mevcut iktidarlarla kirli ilişkiler geliştirenlerin o dinin
hakikatinden ödün vererek ona ihanet ettiğini iddia ediyorlar. Ben meselenin
bundan daha karmaşık olduğunu söyleyeceğim. Hıristiyanlık gibi bir din devrimci
ve reaksiyoner taraflar arasında kalmıştır; bu, onun Roma İmparatorluğu
döneminde içinde bulunduğu gerilimlerle ilgilidir. Sonuç olarak, tarihi boyunca,
aradaki muhtelif varyasyonlarla birlikte, bu iki seçenek arasında gidip
gelmiştir Hıristiyanlık. Buradaki bityeniği şudur: Hıristiyanlığın tarihinden
ve kutsal metinlerinden her iki yaklaşım için de meşruiyet devşirilebilir. Yani
bu anlamda her ikisi son derece ‘meşru’dur. Bundan şu sonuç çıkar: bu
mücadelede insan safını belirlemek durumundadır. Benim hangi safta olduğum
açıktır herhalde.
Son olarak, Hıristiyan komünist geleneğin birçok
insana çekici gelmeye devam etmesinin nedenlerinden birinin benim din ile
politika arasında çevirmenlik yapmak olarak isimlendirdiğim bir özelliğe sahip
olması olduğunu ileri süreceğim. Çeviri derken, biri diğerine üstün olmayan ya
da ikisi de mutlak olmayan iki kod ya da dil arasındaki etkileşimi
kastediyorum. Çeviri işine bulaşmış olan herkes bilir ki yüzde yüz çevrilebilir
bir terim yoktur. Uygunluk her zaman kısmidir. Her zaman bir şeyler havada
kalır. Bu, iki terimin kesişmesinin çeviri sürecinde terimlerin anlamca
genişlemesine, anlamın zenginleşmesine yol açabileceği anlamına da gelir.
Radikal politika ve din birbirlerine çevrilebilir görünmektedirler: devrim ve
mucize (ve metanoia), adalet ve
Tanrı’nın yasasına uyma, toprak reformu ve Tanrı’nın mülkü olarak toprak, özel
mülkiyetin kaldırılması ve bütün kötülüklere giden yol olarak para vb. kavram
çiftlerini düşünün. Aslına bakılırsa anahtar Hıristiyan komünist terimlerin
çoğunun kaçınılmaz olarak radikal politik imaları bulunur. Bu politik ima gerek
politik terimlerde gerekse dinsel terimlerde ifade bulabilir. Marksistlerin ve
diğer radikallerin kendilerini durup durup dinle ilgilenir halde bulmaları
boşuna değil.
Belki fazla teorik kaldı
sözlerim ama Hıristiyan komünizminin benim için nasıl önemli meseleleri
gündemleştirdiğine işaret etmek istedim. Komünist hareketin ardı ardına
‘başarısızlığa’ uğramasından hareketle bana kötümser olup olmadığımı sorarlar
zaman zaman. Ben de karşılık olarak ‘başarısızlık’la kastedilenin ne olduğunu
sorgularım; zira bana öyle geliyor ki kaçınılmaz bir karşı-devrim sürecini
atlatan her devrim başarıya ulaşmıştır. Kaldı ki solcu radikalizmin daha kısa
ömürlü momentleri bile daha iyi olana yönelik umudun sürdüğünü gösteriyor.
Hepsinden öte, ben bir iyimserim, zira dünyanın muhtelif yerlerinde
kapitalizmle ve icraatlarıyla işi olmayan, kariyer yapmak ya da para kazanmakla
ilgilenmeyen, ortaklaşa yaşamanın yeni yollarını arayıp duran ve bunu yaparken
hep devrimci bir gündemi zihninde tutan genç insanlarla tanışıyorum. Böyle
gençler bana komünist hareketin bir parçası olan Hıristiyan komünizminin
geleceği açısından iyimserlik aşılıyor.
Roland Boer
30 Temmuz 2013
30 Temmuz 2013
Dipnotlar
[1] Waldocular:
12. yüzyılın sonunda Lyon’da ortaya çıkan ve kendilerini Lyon Fakirleri olarak
adlandıran bir cemaat. Önderleri Peter Waldo bütün malını ve mülkünü elden
çıkarmış ve kâmil insan olma yolunda havariler gibi yoksul olmayı vazeden bir
eski zengin tüccardır. -ç.n.
[2] Havari
Kardeşliği [Apostolic Brethren];
13. yüzyılın ikinci yarısında Gerard Segarelli tarafından kuzey İtalya’da
kurulmuş olan Hıristiyan tarikatı. Günümüzde de benzer isimli bir topluluk
(Birleşik Havari Kardeşliği: Apostolic
United Brethren) bulunmaktadır ancak aralarında tarihsel, silsilevî bir bağ
yoktur. ç.n.
[3] Lollardlar:
14. yüzyılın ortalarında John Wycliffe tarafından kurulmuş dinsel-politik
hareket. ‘Lollard’ (loll: aylak,
serseri vs.) başlarda özel olarak John Wycliffe’in akademide yetişmemiş, dil
bilmeyen takipçilerini adlandırmak üzere aşağılayıcı biçimde kullanılırken,
giderek “heretik” anlamını kazanmış bir sözcük, kısmen zındık sözcüğünün
uğradığı anlam genişlemesini çağrıştırır biçimde. -ç.n.
[4] Ortaçağda Katolik kilisesince heretik kabul
edilen, Bohemya bölgesindeki Tabor şehri merkezli bir grup. -ç.n.
[5] “Tanrı konusu, ifade özgürlüğü yılları olan
1905 ile 1917 arasında olası en açık haliyle ele alınmıştı. Rusya’daki politik
ve sosyal iklim dinin, cinsel ahlak, suç, intihar ve sanatta dekadansla
birlikte, entelijensiya için yoğun bir tartışma konusu olmasına fırsat
veriyordu. Bu ilginin birçok meyvesinden iki tanesi Tanrı-arama ve
Tanrı-yapıcılıktı. Tanrı-arayanlar eğitimli bir entelijensiya bağlamında
Tanrı’yı bulma yollarını arayan inançlı Hıristiyanlardı. Doğrudan Tanrı-arama
akımından esinlenmiş olan Tanrı-yapıcılık da yeni bir Tanrı sistemi ‘inşa
ederek’ sosyalizmi dinle uyumlu hale getirme çabasıydı.” Richard Stites, Devrimci Hayaller, Sel Yayıncılık, 2010,
s. 167. -ç.n.
[6] Çin Hıristiyan sosyalizmi: YT Wu, Leichuen Wu
gibi Çinli Hıristiyan teologlarda temsilcilerini bulan, Hıristiyanlık ile
komünizm arasında paralellik kuran akım. Bkz. Roland Boer, Letters from China: Early Chinese Christian Socialism, www.politicaltheology.com
ya da Ken Pa Chin, The dwarf and the puppet: YT Wu’s ‘Christian materialism', http://crr.sagepub.com.
0 Yorum:
Yorum Gönder