01 Kasım 2015

AKP Hapishanesi


Bir sol örgüt diğer örgüte, “siz Gezi’de AKP’yle uzlaşan bir siyaset yürüttünüz” diyor. Kıyamet kopuyor. Diğer örgüt, IŞİD’le mücadele etmenin meşruiyeti üzerinden, “Sen de IŞİD’cisin” diyor. Bu “IŞİD’ci” eleştirisi, o örgütün Irak’ta Amerikan hapishanesinden yüzlerce tutsağı kurtaran El-Kaide’yi selamlamasıyla ilgili olarak dile getiriliyor. Bu eleştiri hızını alamıyor, “kadın düşmanı”, “insan düşmanı” gibi yakıştırmalarla katmerleniyor.

Bir yerde hapishane yıkılıyorsa, kıymetlidir. Bir yerde mazluma savrulan küfür ve yumruk cevap buluyorsa, önemlidir. Kendi mülkiyetine aldıkları ideolojik yükü merkeze yerleştirenlerin, kendilerini oradan kuranların anlamadıkları budur.

Mesele özgürlük mücadelesi değil, mücadelenin özgürleşmesidir. Özgürlük, kolektifleşmeyle doğrudan ve dolaylı olarak bağlantılıdır. Tarihsel devrimler, kişilikler, eylemler, sadece bu hakikatin tecellisi olarak görülmelidirler.

İdeoloji, tek tek bireylerin bir araya gelişi bağlamında ele alınmaktadır. Bu da “hakikati insana değil, insanı hakikate göre değerlendirin” diyen Hz. Ali’nin tarikine aykırıdır. Tek tek kişileri ikna edeceğim diye ideoloji kasan, laboratuvarda ideoloji damıtan öznelerin o bireylere katabileceği bir şey yoktur.

İdeolojik kimliğe ve varlığa çok anlam yükleniyor. Tüm tarih ve toplum, Marksizme aykırı biçimde, bu kimlik ve varlık üzerinden okunuyor. AKP de bu şekilde eleştiriliyor. Partinin ideolojik varlığı ve kimliği özgül, özel, kendinden menkul, kendinden mesul bir yere yerleştiriliyor.

Sol, AKP’yi kendisi gibi ideolojik bir varlık olarak görüyor. AKP “devleti ele geçirdikçe”, sol da kendi “öteki devlet”ine daha sıkı sarılıyor. İdeolojisiz, belkemiksiz devlet, gene ideolojisiz, belkemiksiz bir siyaset koşulluyor.

* * *

Esasen 3 Kasım 2002’den beri AKP, muhafazakâr-Müslüman halk kitlelerinin hapishanesidir. Bu kesimin tüm iradesi, politik varlığı, söz konusu parti şahsında prangalanmıştır. Geçmişe ait masallar, geleceğe dair yalanlar, pranganın iki yanıdır. Zinciri devletin elindedir. O halkın politik manada esir edilmesine sevinmek yerine, onu özgürleştirecek adımlar atılmalıdır. Bu, mücadelenin özgürleşmesi sürecine mündemiçtir.

Devletle mücadele edenler, kendi ideolojik varlığına ve kimliğine özel anlam ve değer yükledikçe, yüklemek zorunda kaldıkça devleti de kendisininki gibi bir varlığa ve kimliğe indirgemektedir. Devlet, solun zan ve vehimlerinin dışı, ötesi, aşkınıdır. Alt ve ara kademelerde devletle aşık atanlara devletin ideolojik seyrinde rol kapma yarışı düşmektedir.

Yarış dâhilinde sola devletin kurduğu hapishanedeki mahkûmlara dayak atan gardiyanlık görevi kaldığı görülmelidir. Ona AKP’yi İslam üzerinden dövmek düşmüştür. Gerilik, çirkinlik, cahillik, “sandığa giderken beyninizi yanınıza alınız” türünden laflar, kadından, balıktan, rakıdan anlamama eksikliği üzerinden geliştirilen eleştiriler, korkaklık suçlamaları, koyun-sığır sürüsü yakıştırmaları, mızmızlığa dair atıflar… hep birlikte devlet içredir, devlet içindir.

O hapishanenin kurulmasının nedeni 28 Şubat’tır. Aslında o günlerde devlet nezdinde ortada korkulacak herhangi bir şey yoktur. Buna karşın AKP’nin temelleri atılır. Gelinen noktadan bakıldığında bu, devletin burjuvazi için daha kontrol edilebilir ülke tesis etme ihtiyacının bir ürünüdür. Devlet, ideolojilerle sadece kontrol için ilgilenmektedir. İdeolojisizliği ana ideolojisidir. Dolayısıyla “bunlar cahil, korkak, bunların yeni bir ideoloji oluşturmaları mümkün değildir” demenin anlamı da yoktur. Devletin yeni bir ideolojiye ihtiyacı bulunmamaktadır. Sadece varolan ideolojik yükün dönemsel olarak uyarlanması kâfidir.

* * *

Solun AKP’yi kendisi gibi siyasî bir yapı, özel bir özne görmesi, onun ortada olana karşı körleşmesine neden olmaktadır. Amerikan hapishanesinin yıkılmasını umursamadığı gibi, AKP hapishanesinin kapılarının kırılması ihtimalini de önemsememektedir. Dolayısıyla sol, AKP hapishanesinden memnundur, devlete müteşekkirdir, onun sayesinde nefes aldığını düşünmektedir, bu da AKP karşıtı mücadelesini her türlü temelden mahrum etmektedir.

Bu devlet, işgalin ilk yıllarında Aydın’da bir hapishanenin kapısını kırıp içerideki mahkûmlardan müfreze kuran Çerkes Ethem’i tasfiye eden devlettir. Etmek zorundadır, çünkü yeni devlet, o mahkûmları geçmişte hapse atanlardır.

Solun hapishanenin yıkılmasından korkması mevcut ilişkilerinin niteliğiyle alakalıdır. O, sadece kendisi gibi olana tahammül edebilmektedir. Devlet nezdinde biçilen rol bu kadardır.

Genel manada devlet anlaşılmak isteniyorsa, Osmanlı’nın dönüşümü dâhilinde devletin, sermayenin ve emperyalizmin çıkarları doğrultusunda, neleri ve kimleri tasfiye ettiğine bakmak kâfidir.

Zulmün kolektifine karşı mazlumun kolektifini çıkartmaksa mesele, tarihsel bağlamda tasfiyeye maruz kalan sosyalistin, Kürd’ün ve Müslüman’ın kendinden menkul, özel bir anlamı yoktur. Önemli olan, devlet denilen kolektif gücün teorik, ideolojik ve politik sonuçlarıyla birlikte kendisini tüm tasfiye sürecine göre, ona nispetle kurmuş/oluşturmuş olmasıdır.

Mazlumun kolektifinin zalimin kolektifine gerekli insan ve fikir malzemesini temin etmesi, ona öykünmesi, kendisini ona göre kurması anlamsızdır. Bölgesel ya da beynelmilel mücadeleyle ilişki, Dünya’nın ve Ortadoğu’nun Türkiye’sinde devrim, anlam katacak budur.

Eren Balkır
1 Kasım 2015

0 Yorum: