30 Ağustos 2015

,

Tuhaf


Sosyal âlemde “erken seçimde oylarını artırmak için bu savaşı Erdoğan çıkarttı” cümlesi ile “savaş Erdoğan’ın oylarını düşürüyor” cümlesini birlikte paylaşanları görmek ne tuhaf. Bu tuhaflığa, “Erdoğan Kürdistan’da seçim yaptırmazsa, Brüksel ve Washington nezdinde seçimin meşruiyeti kalmaz.” diyen “Marksistlerin” yaklaşımlarını da eklemek gerek. Onca IŞİD güzellemesinin ardından bu “Marksistler” “ya aslında biz laikiz” dediklerinin ertesi günü İMC TV’ye çıkartılmışlardı.

İMC TV’nin ise sırtını nereye dayadığı belli (değil). Patronu olduğu söylenen Osman Kavala, geçmişte doğuda kullanılmış silâhları, uçakları modernize eden kişi. Erdoğan’ın tabiriyle, “kişi laik olmuyor, devlet oluyor” gibi, burada da kişi “sosyalist” oluyor ama icraatı olmayabiliyor. İMC’nin “aktivist-iş adamı” olarak takdim ettiği Osman Kavala’nın siyaseti, her telde oynadığı iktisadî yatırım alanlarından biri olarak gördüğü açık. Geçmişte ordu ihalelerinde ismi geçen bir sermayedarın özgürlük nutuklarına ve Kürd sevdasına aldananlar, ne tuhaf!

PKK’nin “ordu hedefimiz değil” deyip aslolarak jandarma ve polise saldırması, AKP binalarını hedef alması, özerklik ilân edip, “devleti tanıyoruz” demesi, bir başka tuhaflık. Vicdanî red hakkı, profesyonel ordu talepleri, jandarmanın ilga edilmesi, polisteki fethullahçılık hep sanki iç içe.

Dolayısıyla asıl mesele, seçim hükümetinde başkasının “Alevi bakan” gördüğü yerde Avrupa Birliği’ni, başkasının bilmem ne bakanını gördüğü yerde İsrail’i görmekte. Bir de buna eski devlet kalıntılarının merkeze çekilmesini de eklemek gerek. Seçim hükümetinin özeti bu değil mi?

* * *

Mursi’nin son konuşmasında “Mısır devrimi açların devrimi değildir.” [2 Temmuz 2013] demesi ile devrimin ilk günlerinde Haksöz’ün benzer bir laf etmesi, “bu devrim değil, inkılâp” demesi tesadüf mü? Haksöz’ün, 12 Mart darbesine her Müslüman karşı çıkarken, tek itiraz etmeyen örgütün devamcısı olması şaşırtıcı mı? Devletin İslamî hareketi maniple ve kontrol etmek için yerleştirdiği unsurların bugün AKP merkezinde olması tesadüf mü? O kendisini biricikmiş, vahiyle gelmiş gibi sunarken, solun aynı şekilde mukabele etmesi, belirli bir devlet geleneğinden onu tecrit etmesi ne tuhaf. Laik, din karşıtı, liberal özgürlükçü üç-beş kişiyi çıkınına atacağım diye bu siyasî körlük hiç hayra alamet değil oysa. Tabiatıyla bu siyaset, AKP’nin varlığına muhtaç. Onu “muktedir” kılan, söz konusu yaklaşım.

Ya da Mursi’nin kabinesine eski rejimden bir generali alması, toplumsal huzursuzluğu bastırma yönünde ordunun imkânlarını muhafaza edip güncellemesi ile Tayyip Erdoğan’ın Eylül 2011’de “laik olun” emri arasında bir bağ yok mu? İhvancıların, “bizi tüm güçlerimizle ortalığa çıkıp hükümet olmamız konusunda gazı Erdoğan verdi” demesinde bir gariplikten söz edilemez mi? 2010 referandumundaki yetmez ama evetçilerin, miting meydanlarında Erdoğan’ın teşekkürünü hakkedenlerin bugün Erdoğan düşmanlığının şampiyonluğunu yapması garip değil mi? Postal yerine ikame edilen konversler çarşı iznindeki askerlere denk düşmüyor mu? Askerî vesayet vasi askerler türetmedi mi? Neoliberal siyasetin ana aktörü olarak ordunun Mısır’daki tahakkümüne eklemlenip rejimin restorasyonuna hizmetkârlık etmek almadı mı Mursi’nin kellesini? Erdoğan’ın Rabia işaretini devletin kadîm ideolojisine malzeme kılması bir alamet değil mi? “Esma’yı görünce kızım aklıma geldi” diyen Erdoğan, tabanı tahkim etmiş olmuyor muydu? Gözünden dökülen bir damla yaşın bile Esma ile alakası yokken, buradan bölgedeki İslamcılaşmaya dair tezler üfürmek ne tuhaf.

Mezarlık evlerde oturanların çığlıklarını orta sınıf snoplara has bir biçimde küçümseyen Haksözcülerin Suriyeli mazlumları ağzına alması bir samimiyet terazisine muhtaç değil mi? Bugün “PKK düşmanlığı” ile neye hizmet ettiklerinin farkındalar mı?

Mağdurun, mazlumun, yoksulun müşterek çığlığı olarak İslam’ı, efendilerin sofrasında bir mezeye indirgeyenler utanmıyorlar mı?

* * *

Filmi geriye sarıp baktığımızda; AKP’nin iktidar değil ama hükümet olmasının ordudan cevaz almadan gerçekleşmesi mümkün mü? Erdoğan’ın 2011’de “laik olun” mesajı, içeri verilmiş bir emir değil mi? Laik olmak orduya eklemlenmek, emir eri olmak demek değil midir? Erdoğan’ın ağzındaki Türkiye’nin doksan yıldır ordu ve uzantılarınca kurulan cümlelerdeki “Türkiye”den farkı ne?

Mısır’da yüzlerce ihvancının Rabia Meydanı’nda katledilmesinin altında Millî Selamet Cephesi’nin imzası var. Ordu dışı ve orduya karşı tüm halk dinamiklerinin öfkesini “gericilik” eksenine oturtma çabası, orduyu siyasî özne olarak belirginleştiriyor, Mübarek gidiyor, tüm yapı tekrar dirilip solcuların, liberallerin üflediği nefesle ayağa kalkıyor, tekrar siyasete hükmünü koyuyor, olan fukara Müslüman Mısırlılara oluyor.

Erdoğan Eylül 2011’de “laik olun” derken, kendi yönelimini de anlatmakta. Önemli bir kitle tabanının bulunduğu “doğu vilayetleri”ni bu eklemlenme ile boşaltıyor. Barış süreci, Kürd ve Müslüman direncin tasfiyesi olarak tecessüm ediyor. Bunu yaparken Erdoğan, geçmişten çıkarttığı dersle, kalıcı, yerleşik, sağlam bir kitle tabanı oluşturmaya gayret ediyor. Doğalında, Mısır’daki liberallerin de alıcısı olduğu, “İslam faşisttir” tezleri ülkeye giriş yapıyor.

* * *

Dün Kürd hareketini destekleyen Diken, T24, Cumhuriyet gibi yapılar, bu faşizm tahlillerine PKK’yi de katacak şekilde bir hamle gerçekleştiriyorlar. Ordunun makul düzeye, kışlasına çekildiği bir “cennet Türkiye” hayallerinin esasında onların sivil askerler olarak siyaset arenasında arz-ı endam etme istekleriyle bağlantılı olduğu anlaşılıyor.

İşte bu yüzden Osman Kavala, İMC TV’de “PKK’nin silâhı bölge insanını irite ediyor” diyor. Seçim sürecinde söz hakkı elde eden işte bu liberallere dönük eleştirileri, “bizim müttefiklerimize saldırıdır bu, eleştiri yapanların tiz kelleleri vurula!” diyerek karşılayanlar, bu dönemi susarak geçirmeyi tercih ediyorlar. Ne tuhaf! Başlarını seçimden seçime çıkartanlara “devrimci” deniliyor bu ülkede, ne acayip!

* * *

Bebeği yıkadığımız suyu dökerken bebeği de atıyor olabilir miyiz? Osman Kavalaların nizamına halel gelmesin diye ileride Hz. Musa olacak o bebeği öldürüyor olabilir miyiz? AKP’yi, İslam’ı bu topraklara yabancı varlıklar olarak işaretlerken toprağın sahibi olduğunu iddia edenlere hizmet ediyor olabilir miyiz?

Erdoğan 2011’de büyük projelerini aktarırken, Kartal’dan Şile’ye kadar uzanan bölgeyi ranta açacağını söylüyor. Oradaki askerî araziler konusunda ordudan gerekli izni aldığını da sözlerine ekliyor. Kim kime kimin toprağını veriyor, kim kime hizmet ediyor, ne tuhaf!

Analizler niyetleri de ele veriyor. “Mısır devrimi açların devrimi değildir” demek, “öyle olmasa keşke” anlamını taşıyor. Ve esas olarak karnı tok olanların şiş göbeklerindeki gazı almayı amaçlıyor. Erdoğan’ın da bu düzen nezdinde bundan gayrı bir işlevi bulunmuyor.

* * *

Türkçe mesaj yayınlayan IŞİD’li ile Yalçın Küçük’ün aynı şeyi söylemesi ne tuhaf. İkisi de “ülkenin batısını ABD, doğusunu PKK yönetiyor” diyor. Akıl, zihin bayırdan aşağı yuvarlandığında aynı yere düşüyor. Küçük cehepelileri, IŞİD Müslümanları galeyana getirmek istiyor. Bu galeyan emrini verenleri ise kimse sorgulamıyor.

Erdoğan ve çevresi bir “üst akıl” edebiyatına sarılmış görünüyor. Kimsenin alt aklı, bu ülkeyi kuran iradenin aklını görmemesi ne tuhaf. Kestaneleri yiyenler başkaları oysa, birilerinin maşa olmayı bu kadar sevmeleri ne garip.

Erdoğan’ın Atatürk arazisine saray inşa etmesi, basit kişisel bir hırsın ürünü olabilir mi? Buna tek başına karar verebilir mi? “Atatürk”ün izni olmaksızın o koca bina inşa edilebilir mi? Tek siyaseti Erdoğan’ı Çankaya’ya döndürmek olanların bunu “görmemeleri”, zaten elindeki yetkileri kullandığını “anlamamaları” ne tuhaf!

* * *

“Devrim açların devrimi değildir” demek, “ben devrimi açlarla birlikte toprağa gömeceğim” demek, efendilere işmar etmek, “emrinize amadeyim” demek. Tahrir’de mermilere siper olan onca ihvancının iradesini toprağa gömenlerin bugün “AKP İslamî tabanından uzaklaşıp muhafazakâr parti oluyor” demesinin ne anlamı var?

Başta belirttiğimiz “Marksistler” o Tahrir’de toplananları o günlerde “çapulcu” ilân etmişti. Bir-iki sene sonra Taksim’de toplananlara Erdoğan “çapulcu” dedi. Devlet gibi düşünmeyi Marksistlik, devlet olduğunu zannetmeyi devrimcilik saymak, ne tuhaf!

Mısır’da bir fabrikada işçiler greve gidiyorlar, grevi İhvan milletvekilleri kırıyorlar. Ülkede eski rejimin kalıntılarını temizlemeye dönük yoğun bir kampanya var, bunu boğan, boşa düşüren gene İhvan. Ölçü, Mısır devletinden çekilince, her şey anlam kaymasına uğruyor. Garibim ihvancı işçi liderleri de selefî olmak durumunda kalıyorlar. Çünkü sol, özgürlük saplantısı yüzünden atalarını da redde tabi tuttuğu için “selefî” de olamıyor.

AKP, düzenin krize verdiği cevabın ürünü. Krizi fırsat gören orta sınıf yatırımcıların aklıyla ona karşı mücadele etmek mümkün değil. Mesele, Mursi’nin sözü karşısında durmak; mesele, “açların devrimini yapmak, devrimi açlara ait kılmak.”

Eren Balkır
30 Ağustos 2015

0 Yorum: