Henüz bitmemiş bir süreç olarak bu devrimci
moment, gözlerimizin önünde hâlâ kendisini geliştiriyor ve önümüzdeki yıllarda
sona erecek olan açık uçlu bir mücadele hâline geliyor. Eğer tarih bir rehber
olarak iş görüyorsa, görece kısa bir süre içinde toplumdaki tüm ekonomik,
politik ve toplumsal yapıyı süratle altüst eden devrimlerin aksine, devrimci
momentlerin devrimci bir çıktı üretmesi belirli bir zamana ve mekâna ihtiyaç
duyacaktır. Süreç dâhilinde bu türden devrimci momentlerin yarıda kesilmesi,
düşmanları tarafından gasp edilmesi, başkalarının eline geçmesi,
kurumsallaştırılması veya yenilgilerle yüzleşmesi muhtemeldir. Bu nedenle iki
süreç arasında ayrım yapmak epey önemlidir: (1) Tunus’ta Zeynel Abidin Bin Ali
ve Mısır’da da Hüsnü Mübarek rejiminin devrilişine yol açan koşulların ve
ayarların yeniden yapılandırılması; ve (2) muhtelif ülkelerdeki politik
otoriteryanizmden çıkış süreci ile mücadele yüzünü, iktidarın pay edilmesi
üzerine kurulu yeni bir sistem ve bir yönetsel koalisyon inşa etmeye döndükçe,
gösteriler yapan kitlelerin sahip olduğu birliğin ve bağlılığın sürdürülmesine
dair beklentilerin incelenmesi.
Devrimci momentten anayasa momentine geçiş,
belirsizlikler, gerilimler ve politik olana dair farklılaşan anlayışlarla
yüklüdür. Tunus, Mısır, muhtemelen Libya’da ve hatta belki de nihayetinde
Suriye’de insan, otoriter rejimlerden demokrasiye geçişe tanıklık etmeye dönük
umut besleme cüretinde bulunabiliyor; başka bir deyişle, yetmişlerde Güney
Avrupalı akademisyenlerin, seksenlerde Latin Amerika ve Asya’nın belirli
kısımlarında ve doksanlarla iki binlerde Asya ve Afrika’nın diğer kısımlarında
başlı başına devrim olmaktan çok, bir “rejim değişikliği” öngörüsünde
bulunuyor.
Demokratik değişime dair eldeki belirsizlikler ve
rizikolara karşın, Arap dünyasında meydana gelen, seksenlerde ve doksanlarda
Doğu Avrupa ile Endonezya’da, görece daha dar bir kapsam dâhilinde, Latin
Amerika’da yaşanan ayaklanmalarla ve Fransız Devrimi gibi dönüştürücü tarihsel
gelişmelerle kıyaslanabilecek oldukça önemli bir olaydır. Tüm bu vakalarda,
politik ve ekonomik imkânları ihtiva eden ajanda birden genişlemiştir. Modern
Ortadoğu tarihinin bu devrimci faslının önemini kabul etmek ve özelde kentle
köydeki yoksullar arasında yaşanan bu ayaklanmaların halka dair köklerini,
genelde de hâkimiyet üzerine kurulu sistemi paramparça eden direnişin yaratıcı
kavramlarını ve dilini içselleştirmek, oldukça önemli bir husustur. Ne tür bir
sonuç (veya sonuçlar) doğurursa doğursun, bu devrimci moment, tarihin
tekerlerini ilerleme yönünde çevirmiştir. Arap sahnesindeki kurumların
kırılganlığı ve oradaki yapısal sosyo-ekonomik ve politik kriz, Arap
ayaklanması sonrası bölgeyi içine çeken toplumsal ve politik çalkantı doğal bir
gelişmedir ve yeni bir dünyanın ağır doğum sancılarının bir parçası olarak
kabul edilmelidir.
Trafik
İşaretleri ve Dünya Görüşleri
Bu devrimci momentin kalp atışlarını yakalamak çok
kıymetli bir iştir. Ekmek, özgürlük, sosyal adalet ve insanın haysiyeti (el-kereme), Tunus, Mısır, Libya, Yemen,
Bahreyn, Suriye ve diğer yerlerde özgürlük meydanlarından (meyadin el-tahrir) yankılanan ve yürüyüşlerde atılan sloganlardır.
Milyonlarca Arap, istibdada başkaldırmış, korkunun ve kurşunun üzerine yürümüş,
etkin bir yurttaşlık, daha fazla temsilî ve eşitlikçi politik ve ekonomik
sistemler talep etme cüretinde bulunmuştur. Adaletsizliğe ve politik
otoriteryanizme karşı itirazları dâhilinde Araplar, ulusal sınırları aşıp
birleşme imkânları elde etmişlerdir. Kamusal alanın mülkiyetini, sömürgeci
idareden kurtuluşun sembollerini eline alan, farklı ideolojik kanaatlere,
tahayyüllere ve hassasiyetlere sahip milyonlarca Arap, politik kurtuluş ile
sivil ve ekonomik güç temini arayışında, birleşmiş bir yurttaşlar yığını
hâlinde, tek “millet olarak hareket etmiştir”. Eylem çağrısı noktasında halkın
iradesi ve seçimlerin meşruiyetine işaret edilmesi, Arap devletlerinde önceden
ortaya çıkmış olan toplumsal gösteriler ve hoşnutsuzluk dalgasından belirgin
bir kopuşun emaresi olmuştur.[2] Bu coşkunluğun orta yerinde yeni
hikâyeler anlatılmakta, yeni direniş anlatıları geliştirilmekte, umut ve
kararlılık kendi dilini bulmaktadır. Onlarca yıl hüküm süren, kalkınma
sürecindeki hatalarla katmerlenmiş politik otoriteryanizm ve baskı dönemi,
ne direniş ateşini söndürebilmiş ne de otoriter yönetimi güçlendirmiştir. Halk,
etkin failliği yeniden ele geçirmiş, seçkinlerce boğulup susturulmuş sesini
tekrar kazanmıştır.
Otoriter düzen, hâkim anlatının söylediğinin
aksine, dayanıklı olmaktan uzaktır. Aksine o, özellikle askerî kurumlar
etrafında kurulmuş yönetici koalisyonlar içerisindeki çatlaklar ve halkın
direnişinin indirdiği darbeler sonucu, tuzla buz olmuştur. Mısır ve Tunus’ta
hareketliliğini mümkün kılan, rejimler içerisindeki ayrışmalar, özellikle
krizler sonrası ardı ardına devam mücadelelerdir ve bu hareketliliklerin
savunuculuğunu yapanlar, olaylar başladığında hareketliliği sevk ve idare
edenler, diğer yerlerdeki geçiş modellerine benzer bir biçimde, kentli orta
sınıf ve iş dünyasına ait unsurlardır. Tunus ve Mısır’da, halk isyanı belirli
bir itki kazandığında, ordunun üst komutasındaki isimler, Bin Ali ve Mübarek’i
kendi kurumsal ve ekonomik çıkarları adına feda etmişler. Libya ve Yemen’de
durum daha da karmaşıktır, zira bu ülkelerde ordular, muhalefet ve rejim
yanlıları olarak bölünmüşlerdir. Tersten Suriye’deki silâhlı kuvvetlerin
çekirdeğini içeren güvenlik aygıtı Cumhurbaşkanı Beşar Esad’a sadık kalmış,
muhalefetle rejim arasındaki şiddetli savaş koşulları varlığını muhafaza
etmiştir. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri ayaklanmayı bastırıp
kraliyet ailesini kurtarma noktasında yardımcı olmak için komşu ülke
Bahreyn’deki ayaklanmaya askerî müdahale gerçekleştirmiştir.[3]
Muhtelif ayaklanmaların önemli farklılıklara ve
özgüllüklere sahip olmasına karşın, hepsini birleştiren bir bağdan söz etmek
gene de mümkündür: haysiyete, halkın yetkilendirilmesine, politik yurttaşlığa,
sosyal adalete ve ömür boyu cumhurbaşkanı olanlardan ve aynı zamanda
ailelerinden ve onu gasp eden ahbap-çavuş kapitalizminden devletin geri
alınmasına dönük çağrı. Bu, temsilî hükümet ve sosyal eşitlikle adalet için
yapılmış bir çağrıdır. Tunus’tan Mısır’a, Libya’dan Yemen’e, Bahreyn’den
Suriye’ye dek göstericilerin attıkları sloganlar, söyledikleri şarkılar ve icra
ettikleri sokak sanatları, onların kolektif psikolojisine ve dünya görüşlerine
tanıklık etmektedir, hepsinde de esas olan, baskı ve zulümden kurtulma ve
eşitlik arzusudur. “Silmiye
(barışçıl), İslamiye değil (İslam
devleti)”, rejimler göstericilerin terörize edilmesi için sokaklara çetelerini
saldıklarında bile ayaklanmaların ortak teması olarak öne çıkmış bir slogandır.
Libya’da Kaddafi’nin, Suriye’de Esad’ın devreye soktuğu güç, büyük ölçüde
barışçıl olan isyanları silâhlı mücadelelere dönüştürmüştür.[4]
Genel olarak göstericiler, haysiyetli bir üslup
dairesinde hareket etmiş, birbirleri arasında dayanışma ilişkileri kurmuş,
ilkeli bir eylem ile amaçların birliğini ve safların sıklaştırılmasını taahhüt
etmişlerdir. Otoriter yöneticiler, muhtelif toplulukların arasını açmaya ve
halkı bölmeye çalışmışsa da, göstericilerin önemli bir bölümü tek millet olarak
hareket etmiş ve ayrışma ve yaygın klişelerden uzak duran bir olgunluk ve geniş
görüşlülük sergilemiştir. Mısır’da ve daha az ölçüde Tunus’ta, erkekler ve
kadınlar, Müslümanlar ve Hristiyanlar, genç devrimciler, yoksullar, güç
durumdaki alt ve orta sınıflar, İslamcılar, solcular, milliyetçiler ve laikler,
belirli bir gökkuşağı koalisyonu içerisinde buluşmuş, bu koalisyonun dâhil
olduğu gösteriler, uzun süredir yerleri sağlam olan otoriter yöneticileri
iktidardan uzaklaştırmıştır.[5]
Mısır’da Müslümanlar ve Hristiyanlar
kardeşleşmişler ve dua ederken ya da namaz kılarken birbirlerini korumuşlardır.
Bu, rejimin zekice imal ettiği “böl ve yönet” şeytanlığının boşa düşürülmesi ve
hoşgörünün bir sembolüdür.[6] Batılı güçlerden, bilhassa ABD’den aldıkları
destekleri muhafaza etmek için Arap yöneticiler, kendilerini kadınların ve
Hristiyanların koruyucuları olarak sunmuşlardır; onlara göre, eğer İslamcılar
ve aşırıcılardan müteşekkil olan muhalefet galip gelirse ayrımcılığa ve zulme
maruz kalacaktır. Oysa Mübarek’in iktidarda olduğu dönemin son yıllarında
Müslümanlarla Hristiyan Kıptîler arasında cereyan eden dinî gerilimlerin ve
aynı zamanda kimi çatışmaların yoğunlaştığına tanık olunmuştur. Birçok
Mısırlının kanaatine göre, bu olaylar, insanların Mübarek’in otorite krizine ve
cumhurbaşkanlığını babasından miras alacak olan Cemal’in hazırlanmasına dönük
dikkatlerini başka yöne çevirmek amacıyla, bizzat iç güvenlik hizmetlerince
tertiplenmiştir. Son on yılda tüm politik renklere mensup Mısırlılarla yapılan
sohbetler üzerinden söylenebilir ki, Mübarek rejiminin imal ettiği böl ve yönet
taktiğinin, ayrıca rejimin ülke içinde icra ettiği önemli işlevlerinden birini
süper güç olan hamisinin aklına sokma gayretinin bir parçası olarak, “din
kartı”nın kullanımına ve istismar edilmesine dair bir uzlaşma hep var
olagelmiştir.[7]
Azınlık meselelerini zekice, kendi çıkarına olacak
biçimde yönlendiren otokratik yöneticilerin saldırılarının geri
püskürtülmesinde kadınlar tüm ayaklanmalarda önemli bir rol oynamış, bu rol,
halkın mevcut düzeni yıkma dürtüsüyle kendisini nasıl kurduğunun bir göstergesi
olmuştur.[8] Kadınların ortaya koydukları direniş, rejimin ülke içinde,
batılıların da yurtdışında ilericilere ve solculara yönelik saldırılarının
önemli bir yönünü boşa düşürmüştür. Örneğin hem Bin Ali hem de Mübarek,
kendilerine ait “açık fikirli” yönetimleriyle gerici-İslamcı hasımlarını karşı
karşıya getirmek için, kadınlara güç ve yetki veren ilerici yasalar
çıkartmışlardır. Yemen’de gösteriler belirli bir itki kazandıkça, Cumhurbaşkanı
Ali Abdullah Salih, kadın ve erkeklerin toplum içerisinde iç içe olmalarının (ihtilât) İslamî olmadığını söyleyerek,
göstericileri bölmeye ve itibarsızlaştırmaya çalışmıştır. Buna tepki olarak
göstericiler de Salih’in ayrımcılık ve böl-yönet taktiğine karşı koymak için
kadın ve erkeklerin birlikte iştirak ettikleri bir yürüyüş
gerçekleştirmişlerdir.[9]
Her ne kadar sonrasında Mısır’da iktidarda olan
generaller kadın göstericilerin üzerine çeteleri yollamışlarsa da, kadınların
aşağılanması ve muhaliflerin bölünmeye çalışılmasına dönük gayretler ters
sonuçlar üretmiştir; bu gayretler, nihayetinde eski rejime mensup unsurlara ve
suç işleyenlere karşı tepki geliştirilmesine ve halkın yeniden dayanışma içine
girmesine sebep olmuştur.[10]
Yeni teşkil edilmiş halk, eski rejimin
alevlendirip teşvik ettiği düşmanlığa yaslanan İslamcılar, solcular ve
milliyetçileri ihtiva etmektedir. Bilhassa otoriter yöneticiler, Arap solunun
önemli bir bölümünü kendi safına katıp, onu İslamcı can düşmanlarına karşı
etkin bir silâh olarak devreye sokmuşlardır. 2011 ayaklanmaları öncesi
Arap solcular, daha az bir ölçüde, milliyetçiler, İslamcılara dönük sık sık
düşmanca bir tavır sergilemişlerdir; bu noktada düşmanlığa maruz kalan
İslamcılar arasında öne çıkan unsur, Müslüman Kardeşler gibi din temelli, önde
gelen örgütlerdir. Solcular, bu aşamada otokratik yöneticilerle kurdukları işbirliğini
onların iki kötü içinde daha az kötüsü oldukları gerekçesine
dayandırmışlardır.[11] Gene de her iki kamp, kısa süreliğine aralarındaki
farkları askıya alıp, otokratik yöneticileri devirmek için saflara katılmıştır.
Geçmişte tanık olunan küçük ölçekli gösterilerden
2011’de yaşanan büyük ölçekli halk ayaklanmalarını ayıran asli özellik,
ikincisine kent ve kır işçilerinin, genelde yoksulların bu ayaklanmalara
katılmış olmasıdır. Eski rejimlerin ve onlara bağlı güvenlik aygıtının göz ardı
ettikleri, hatta halkı harekete geçirmek için uzun süre ajitasyon faaliyeti
yürütmüş genç devrimcileri bile şaşırtan, işte bu taşma noktasıdır. Kırsal
alandaki yoğun sefalet, kentlerdeki yoksul bölgelerde yaşanan ihmal ve
ayrımcılık, Tunus, Mısır, Yemen ve Suriye’de görülen hoşnutsuzluğun aslî
kaynaklarıdır. Kır ve kent yoksulları, büyük kitleler hâlinde ilk kez sokaklara
dökülmüş, Bin Ali, Mübarek ve Salih’in yıkılış sürecini pekiştiren gelişme
dâhilinde önemli bir rol oynamışlardır.[12]
Politikaya dönük ilgisizlik ve parçalanma ile
geçen onlarca yılın ardından halkın muhtelif kesimleri bir araya gelmiş ve
birbirlerini keşfetmiştir. Bu süreçte köylüler ve kolej öğrencileri kentli
işçiler, insan hakları eylemcileri, meslek sahipleri ve işsizlerin arasına
karışmıştır. Anneler, babalar ve çocuklar meydanları doldurmuş, buralarda
sanatçıların canlı icra ettikleri müzik ve şiirle yüklü bir festival havası
yaratmış, kendi ailelerine bile güç belâ bakabilen insanlar meydanların gıda
ihtiyaçlarını karşılamışlardır.[13] Ayaklanmaların cereyan ettiği tüm
milletler, şerefleri, çeşitliliği, umutları ve çektikleri sefaletleriyle
sahnedeki yerlerini almışlardır. Bu, halkların yaratıcı zindeliğinin ve korku,
güvensizlik ve ilgisizlik koşullarını aşma cüretine dair bir tanıklıktır. Elli yıllık
politik otoriteryanizm ne sivil toplumu yutabilmiş ne de onun direnme iradesini
kırabilmiştir.
Ayaklanmaların hepsinin birleşik ve uyumlu bir
nitelik arz ettiği söylenemez. Gösteriler dâhilinde, meydanlarda aynı zamanda
bir hâkimiyet mücadelesi sürmüş, bu mücadele bilhassa dindar muhafazakârlarla
liberalizme yaslanan gruplar arasında cereyan etmiştir. Yemen’de bağımsız
göstericiler, Islah Partisi’ne mensup, İslam’dan taviz vermeyen kesimlerce ve
onların yönetici seçkinlerle kabile bağları bulunan, iş konusunda ortak
çıkarları bulunan müttefiklerince dövülüp hapse atılmışlardır. Cumhurbaşkanı
Salih’e karşı ayaklanmanın patlak vermesinden birkaç ay sonra göstericiler
arasında belirli bir hiyerarşi oluşmuş, bu oluşum, genç eylemcilerin
öfkelenmesine sebep olmuştur. Bu nedenle protesto hareketi, Salih’e zarar
vermek ve ondan intikam almak için fırsat kollayıp duran güçlü oyunculara
avantajlar sunmuş, bu oyuncuların yönlendirmesine girmiştir. Bu bağlamda
eylemci ve Nobel Barış Ödülü sahibi Tevekkül Keriman’ın kısa süre önce kabul
ettiği üzere, Islah’ın genel sekreteri Abdulvahab Enisi kendisine ayaklanmanın
ilk günlerinde “halk rejimin yıkılmasını istiyor” sloganını atmaması
gerektiğini söylemiş, oysa herkesin esas olarak herkesin odaklandığı isim
sadece Salih olmuştur. Islah ve müttefikleri devrimi şahsîleştirmişlerdir.
Onlar, otoriter rejime karşı çıkmamış, aksine Salih’ten kurtulup iktidarı
almayı istemişlerdir.[14]
Tunus’ta ise Selefîler, laik eylemcileri tehdit
etmiş ve onlara saldırmışlardır. Aynı şekilde Mısır’da, kadınlar ve genç
devrimciler, eski rejime mensup unsurlarla aşırıcı Selefî kesimlerin tehdit ve
saldırılarına maruz kalmışlardır.[15]
Cumhurbaşkanları Bin Ali, Mübarek, Kaddafi ve
Salih’in gidişiyle içteki mücadele yoğunlaşmıştır. Yeni ortaya çıkan düzene
karşı halk farklı bir tepki geliştirmiş, iktidarın bölüştürülmesi için belirli
bir mücadele yürütmüştür. Daha da önemlisi, laiklerle dindar eylemciler
arasında, devletin kimliği üzerine şiddetli bir çatışma yaşanmış, bu çatışma
ayrışmayı derinleştirmiş, toplumsal gerilimler ve çelişkileri körüklemiştir.
Mısır ve Tunus bu noktada uygun birer örnektir. Geçmişte yaşananlara benzer
biçimde, bu Arap isyanlarında da uykuda olan iktidar mücadeleleri su yüzüne
çıkmış ve çıkarcı kimi hizipler süreci baltalayan failler olarak iş
görmüşlerdir.
Oysa iktidar mücadelesi şaşırtıcı değildir, zira
çeşitliliğin kurumsallaşması ve siyasetin “parlamenterleşmesi” devam edecek bir
süreçtir. Politik aktörler arasındaki güven zayıftır, üstelik eski rejimler
politik gruplar arasındaki ayrışmayı ve güvensizliği derinleştirme noktasında
epey yol almışlardır. Göstericilerin bir millet olarak hareket ettiği süreç,
politik ve sosyal konularda farklı fikirlere ve anlayışlara sahip insanları
içermiş, bu epey renkli koalisyonun üyeleri de birbirlerine karşı derin bir
güvensizlik içerisinde olmuşlardır. Çeşitlilik, kurtulmak istenen bir şey
olamaz. Otoriter rejimlerin ardından tesis edilen düzenin yüzleştiği güçlük,
çeşitliliği kurumsallaştırmak, geniş bir seçim koalisyonu teşkil etmek ve
politik güveni yeniden kurmaktır ki bu, rizikolarla yüklü, uzun erimli ve
karmaşık bir görevdir. Bu esnada isyanların sona ermesiyle patlak veren politik
çalkantının kaldırdığı toz gözlerimizi kör etmemelidir. Bizim bu noktada
devrimci momenti yeni ortaya çıkan sonuçlar ve şiddetli toplumsal ve politik
mücadelelerle karıştırmamamız gerekmektedir. “Arap Baharı” olarak
nitelendirilen sürecin sona erdiğini iddia etmek yerine, araştırmacıların
birbirinden farklı Arap toplumlarındaki geçiş sürecinin yüzleştiği zayıf
noktaların kaynaklarına ve hâkim gruplar arasındaki politik-ideolojik
mücadelelerin arkasındaki etmenlere dönük bir anlayışa odaklanmaları
zorunludur. Güney Avrupa, Doğu Avrupa, Latin Amerika ve Endonezya’daki
gelişmelerin aksine, Arap dünyasındaki mücadeleci politikaya, toz duman
dağılana ve kurumsal inşa süreci pekiştirilene dek, politik fırtınalar,
istikrarsız koalisyonlar ve sokak gösterileri eşlik edecektir. Bu aşamada
diktatörlerin devrilmesi sonrası yaşanan etnik gruplar ve dinî cemaatler arası
çalkantı süreci bizi asla şaşırtmamalıdır, zira bu diktatörler, sırtlarını böl
ve yönet taktiğine ve önemli halk kesimlerini siyasî süreçlerin dışında tutma
politikasına dayandırmışlardır.
Etmenler
Arap politik sistemini temellerinden sarsmış olan
toplumsal patlamaları izah eden tek bir sebep yoktur. Sosyal bilimlerde, ne
kadar cazip olsalar da, düzgün bir biçimde tasvir edilmiş tekil sebepler,
topluma ait nüansların ve karmaşıklıkların kavranmasına nadiren katkı sunarlar.
Araştırmacılar, ayaklanmaların arkasındaki etmenleri tespit etme noktasında, ya
politik değişkenlere ya da ekonomik alandaki zayıf noktalara
odaklanmaktadırlar. Diğerleri olmaksızın, sadece tek bir etmene odaklanmak,
görece daha karmaşık olan bir gerçekliğin basitleştirilmesinden başka bir şey
değildir. Göstericilerin tekrar tekrar attıkları bir slogan olarak, özgürlük,
ekmek ve sosyal adalet, Arap ayaklanmaları arkasındaki sosyo-politik ve
sosyo-ekonomik etmenleri özetler niteliktedir. Göstericilerin yürüyüşlerde
attıkları bir slogan olarak El-Kereme
(haysiyet ve izzetinefis), birçok yurttaşın ekonomik ve politik haklardan
mahrum kaldıklarını ve baskıcı polis ile muhaberat üzerine kurulu rejimlerin
elinde halkın aşağılanmasını ifade etmektedir.
Tunuslular, Mısırlılar, Yemenliler, Libyalılar,
Bahreynliler ve Suriyeliler, sıkıntılı ekonomik koşullar ve yaşam standartları,
yoğun sefalet, umutsuzluk ayrıca yeni bir kanla kendisini yenileyemeyen,
doğmakta olan, yeni toplumsal grupları, özellikle gençliği sürece katamayan
politik sistemdeki tıkanıklık yüzünden isyan etmişlerdir. Aynı ölçüde önemli
olan diğer bir husus da, isyanları tahrik edenin, otokratik yöneticiler ve
ailelerinin ve şürekâsının devleti onun artık halka değil, ahbap-çavuş
kapitalistlerinin ve onların yabancı müttefiklerinin malı olduğu aile temelli
bir uzbaya (derebeyliğe) dönüştürmüş
olmasıdır. Küçük bir sınıf olan yeni zenginler, servetlerini ve halkın içine
girdiği çöküş sürecini insanların gözüne sokarken, halkın yarısı sefil ve perişan
bir hayata mahkûm edilmiştir.
Genel manada Arap ülkelerindeki toplumsal krizin
ve ekonomik gelişmedeki hatanın vahametini yansıtmasalar da, birkaç
istatistikten bahsetmek gene de mümkündür. Batı’da hâkim olan, Araplara dair
tahayyülün tam aksine, halkın yüzde ellisi sefalet içerisindedir, günlük iki
doların altında bir gelirle hayatta kalmaya çalışmakta, temel gıda ihtiyaçları
için gelirlerinin yarısından fazlasını harcamaktadır.[16] Her ne kadar
Arap dünyasında, özellikle yönetici seçkinler ve ahbap-çavuş ilişkilerine
dayalı özel sektörde zengin kişiler varsa da, çalışan Arapların ekseriyeti
yoksuldur. Teksas Gelir Eşitsizliği Veri Tabanı’na göre, Arap dünyası dünyadaki
tüm bölgeler içerisinde en yüksek gelir eşitsizliğinin olduğu, son otuz yıl
içerisinde tüm bölgeler dâhilinde kişi başına en düşük ve en zayıf büyüme
rakamlarına rastlanıldığı yerdir.[17]
Halklara, esas olarak petrolle bağlantılı
gerçekleşen, 1985’ten beri yıllık ortalama yüzde iki düzeyinde seyreden ihracat
gelirlerindeki istikrarlı artış da Arap dünyası genelinde makro ekonomik
göstergelerdeki ve dış hesap bakiyelerindeki iyileşme de zerre yansımamıştır.
Esasında servet eşitsizliklerini ölçen GINI katsayıları sabit kalmış, hatta
hafif kötüleşmiş, nüfusun yüzde onluk üst kesiminin elinde bulundurduğu millî
servet oranları önemli oranda artmıştır.[18]
Seksenlerden beri hâkim ekonomik yaklaşım olan
(ekonomileri uluslararası rekabete ve yatırıma açmayı öngören) Washington
Konsensüsü koşullarında ekonomik yeniden yapılanmanın arzulanan sonuçlara ters
sonuçlar üretmiş olduğuna dair elde giderek artan sayıda delil mevcuttur.
Görünüşe göre, seksenlerden beri benimsenen neoliberal reform politikaları,
nüfusun küçük bir kesiminin zenginleşmesine, çoğunluğunsa giderek
yoksullaşmasına yol açmıştır. Ekonomistlerin tespit ettikleri kadarıyla,
bölgenin gerçek GSMH’si yetmişlerde hatırı sayılır oranda (ortalama yüzde beş
oranında) artmış, seksenlerde yıllık oran yüzde 3.43’e gerilemiş,
doksanlarda ise yüzlük 0.34’lük küçük bir artışa tanık olmuştur. 2000’lerin
başında yaşanan büyümenin aldatıcı ve adaletsiz bir büyüme olduğunu tespit
etmek gerekir. Yanlış yönetilmiş makroekonomik politikalar, özellikle üretim
sektörlerindeki azalan yatırım oranları, servetin dağıtılmasındaki adaletsiz
düzenlemelerle katmerlenmiş, bu da kalkınmadaki genele yayılan hata ile çift
rakamlara ulaşan oldukça yüksek işsizlik oranlarına yol açmıştır.[19]
Son on yıl içinde Arap devletlerinin toplumsal
işlevlerinin azalması ile daha da derinleşen yaşam standartları, kentteki ve
kırsaldaki yoksul halkın, çalışan ailelerin ve gençlerin omuzlarına daha da
ağır bir yük bindirmiştir. Halkın yüzde altmışı otuz yaşın altındadır.
Özellikle gençler arasındaki işsizlik sarsıcı bir biçimde artarak, ortalama
yüzde kırklık bir orana ulaşmıştır. Bu noktada genç nüfus, ilâç, eğitim ve
istihdam dâhil, tüm toplumsal altyapıya dönük kapsamlı bir yatırımın
yapılmasına ihtiyaç duymakta, Arap dünyasındaki devletlerin giderek derinleşip
genişleyen toplumsal krizle başa çıkabilmesini talep etmektedir. Öte yandan
petrol üretmeyen Arap ülkelerinde hüküm süren sosyo-ekonomik koşulların
ölçeğini ve ağırlığını, onların nüfusun dünya görüşünü ve kolektif
psikolojisini nasıl etkilediklerini resmetmek güç bir iştir. En yoksul Arap
devleti olan Yemen örneğinde, ülkenin en önemli gelir kaynağı olan petrolün ve
hayatın kaynağı olan suyun tükendiği görülmektedir.[20] Krizin giderek
yoğunlaşması, ayaklanmadan beri ekonomik durumun daha da kötüleşmesi ve birçok
Yemenlinin işten atılması, son süreçte yoksullaşmış olan halkın sırtına ek yük
bindirmiştir. Politik çalkantıyla geçen bir yıl, temel ürünlerdeki kıtlığa,
ağırlaşmış, yüksek yoksulluk ve işsizlik oranlarına sebep olmuş, ekonomik
faaliyeti neredeyse durma noktasına getirmiştir. Bugün Yemen sık sık elektrik
ve su kesintilerine, ayrıca benzin kıtlığına maruz kalmaktadır.[21]
Arap başkentlerindeki yoksul mahallelerde vakit
geçirmiş herkes, milyonlarca yoksullaştırılmış Arap’ın içinde yaşadığı insanlık
dışı ve sefil koşulları gayet iyi bilmektedir. Çöp dağları ve sokaklarda akan
arıtılmamış kirli sular arasında dolaşmak bu konuda belirli bir fikre sahip
olmak için yeterli olacaktır. Her yere yayılmış bu gecekondu mahallerinde
rastgele inşa edilmiş kayıt dışı evler temiz su, yeterli temizlik gibi temel
ihtiyaçlardan mahrumdur, varsa bile, bu bölgelerdeki sağlık kliniklerinin
sayısı çok yetersizdir. Örneğin yaklaşık 16 milyon insanın yaşadığı mega-kent
Büyük Kahire’de dünyanın en büyük gecekondu mahallerinden biri bulunmaktadır.
Köylülerin ve kentlilerin de aralarında bulunduğu şehir sakinlerinin yaklaşık yarısı
(“düzensizce” manasında) eşveiyyat denilen,
Manşiyet Nasır yerleşkesi ve Çöp Kent, Kum Gurab, Darüsselam, İmbaba ve
Medinetü’s-Selam gibi gayri resmî gecekondu mahallelerinde yaşamaktadır. Ne
gariptir ki, gecekondu mahallesinin hemen yanında lüks bir kent (küçük bir seçkin tabakasının milyonlarca dolarlık
evlere sahip olduğu pahalı, etrafı çevrili, güvenlikli yaşam alanları)
yükselmekte, bu da zenginlerle (küçük bir azınlıkla) yoksullar (büyük çoğunluk)
arasında var olan, bariz toplumsal ayrışmayı ortaya koymaktadır.[22]
Arap dünyasında yoksulların önemli bir bölümü
köylülerden oluştuğundan, Arap ayaklanmalarındaki kırsal kökenleri epey önem
arz etmektedir. Politik, ekonomik ve ekolojik marjinalleşme ve sömürünün
mütemadiyen devam edişi, nüfus ve işsizlikteki artış kırsaldaki köylüleri ağır
bir sefalete sürüklemiştir. Eldeki istatistikler oldukça çarpıcıdır: Mısır’da
köyde yaşayan yüzde kırktan fazlası yoksuldur; Suriye’deki yoksul halkın yüzde
altmış ikisi kırsal alanlarda yaşamaktadır, bunun yüzde yetmiş yedisi
topraksızdır; Yemen’de ise köyde yaşayan yoksul halkın yüzde sekseni
yoksuldur. Söz konusu marjinalleşme süreci, aynı zamanda kırsal alandaki
yoksulların kendilerini becerilerini de tehdit etmektedir. Hep birlikte ele
alındığında, Arap ülkeleri, gıda konusunda dünyadaki en güvensiz konumda olan,
ayrıca en yüksek toprak eşitsizliğinin görüldüğü, köylüleri dışlayan ve onların
yönetici seçkinlere düşman olmasını sağlayan yapısal bir krize tanık olunduğu
ülkelerdir. Örneğin Mısır dünyadaki en büyük tahıl ithalatçısı iken Yemen, en
önemli temel gıda maddesi olan buğdayın yüzde doksanını ithal etmektedir.
Bereketli Hilâl üzerindeki (tarihsel açıdan bereketli kabul edilen) ülkeler
aynı sorunlardan mustariptirler.[23]
2010 sonunda gıda ve enerji fiyatlarındaki artış
yoksullar üzerinde yıkıcı etkilere yol açmıştır. Aralık 2010’da gıda fiyatları,
kayıtların tutulmaya başlandığı 1990 yılından beri en yüksek düzeyine
çıkmıştır. Petrolün varil fiyatı yüz dolara çıkmıştır, oysa beş ay öncesinde
yetmiş bir dolar düzeyindedir. Ayrıca akaryakıt sübvansiyonlarının önemli bir
bölümü kaldırılmıştır. Bu ani ve büyük artış milyonları derinlemesine
yaralamış, toplumsal huzursuzluğu tutuşturacak çıranın kurumasına neden
olmuştur. Arap coğrafyasını saracak olan ateş için gerekli kıvılcımı,
meyve-sebze tezgâhına, iddialara göre, gerekli belediye ruhsatına sahip
olmadığı için yereldeki devlet makamlarınca el konulması sonrası yaşadığı
saldırıya tepki olarak Muhammed Buazizi isimli gencin Tunus’taki Sidi Buzid
kasabasında kendisini yakması çakmıştır.[24]
Buazizi’nin ölümü milyonlarca yoksul Arap’ın
çığlıklarında yankı bulmuş, Mısırlılar, Libyalılar, Yemenliler ve Suriyeliler,
onun yaşadığı çaresizlik, aşağılanma karşısında ortaya koyduğu mağrur tavırla
ve mütevazı hayatıyla belirli bir ilişki kurmuşlardır. Mısır’da Kahire,
İskenderiye, Süveyş ve diğer şehirlerde köylüler ve şehirliler, tüm güçleriyle
sokaklara dökülmüş, bu hamle, polisi ve güvenlik kuvvetlerine şaşkına çevirip
onları ezmiştir. Suriye’deki ayaklanma, Esad’ın toplumsal destek bulduğu kırsal
bölge, Darâ’da başlamıştır. Kimi etmenlerin birbirine yakınlaşması sonucu,
Darâ, Deyrizor ve Rastan gibi kırsal bölgeler, Esad rejiminin destekçisi
olmaktan çıkıp ona husumet besleyen yerlere dönüşmüştür. Bu sürece bir de
Esad’ın 2000’den beri uyguladığı, Suriye pazarlarını daha ucuz ithal tarım
ürünlerine açan neoliberal politikalar ve 2005’ten beri köylüleri dış
yardımlara bağımlı kılan kuraklık eklenmiştir. Şam, ilgili bölgeleri merkezî
iktidar yapısı için pek önemli görmediğinden, buralara yönelik altyapı
yatırımlarını durdurmuştur.[25] Aynı şekilde Yemen’de, köyden kente göç
etmiş, aralarında işsiz gençlerin bulunduğu kitle protesto hareketinin
oluşumunda ana unsurdur. Bu kesim ayaklanmanın daimî bileşenidir.[26]
Yeni toplumsal grupların, bilhassa köyden kente
göç edenlerin harekete geçmesi ve sürece dâhil olması iktidara mensup otokratik
görevlileri yerinden eden büyük ölçekli gösterileri tetiklemiştir. Bu değişken,
yoksulların kontrol edilemeyen, kolektif eylemi, otoriter rejimleri gafil
avlamıştır, zira onlar, İslamcı hasımlarının her türden potansiyel direnişe
öncülük edebileceklerini düşünmüşlerdir. “Yoksullardaki patlama”, Bin Ali,
Mübarek, Kaddafi ve Salih’in tahtlarından olmasına yol açan, stratejik bir
baskın türünden bir gelişmedir. Esasında yoksulların aktif katılımı,
gösterileri halk hareketliliğinin tüm milletleri kesen bir dalga hâline
getirmiş, bu toplumsal hareket, rejimler, muhalefet ve dış gözlemciler dâhil,
herkesi şaşırtmıştır.[27]
Her ne kadar otoriter yöneticilere karşı güç
dengesini bozan toplumsal güçlerin ağırlığını tam olarak ölçmek güçse de,
köyden kente göç edenler bu süreçte öncü bir rol oynamış gibi görünmektedir;
söz konusu kesim, Arap toplumlarındaki yoğun sefaletin önemine dair bir
tanıklıktır. Son on yılda Arap toplumlarındaki sosyo-ekonomik koşulların
ağırlığı, bilhassa işsizlik ve umutsuzluk, Avrupa’ya gidip iş bulma gayretleri
içerisinde kendi hayatlarını ve özgürlüklerini riske eden genç Araplarda
karşılığını bulmuştur. Eğitimli genç Arapların yurtdışına çıkışları, genelde
söz konusu milletlerin sağlık durumunu, özelde gençliğin psikolojisini gösteren
bir barometre işlevi görmüştür. Bu gençler, ailelerini geçindirme, kendilerini
değerli ve saygın hissetme konusunda ümitsizdirler.[28]
Köylerdeki ve kentlerdeki yoksulların ve
işsizlerin içinde yaşadıkları zor hayat, ayaklanmanın en önemli sebeplerinden
biridir. Tunus, Mısır, Yemen ve Libya’daki gelişmelerin de açık biçimde
gösterdiği üzere, bu durum, muhtemelen önümüzdeki birkaç yıl boyunca mücadeleci
Arap politikasının değişmeyen etmeni olacaktır. Otoriter rejimlerin
yıkılmasından sonra kurulan hükümetlerin gelip gidişleri, istihdam sağlama,
umut verme ve adaletle eşitlik konusunda gerekli tedbirleri alma becerilerine bağlı
olacaktır; bu hükümetler, kendilerine riske atarak, halkın toplumsal ve
ekonomik hayrını ihmal etmektedirler.
Genç erkekler ve kadınlar, otoriter yöneticilere
dönük itirazlarının ve direnişlerinin sebebinin el-fesad vel istibdad (yozlaşma ve zorbalık) olduğunu defalarca
dile getirmişlerdir. Halk, yoğun bir sefalet ile, mustarip oldukları sistemsel
yozlaşma ve politik baskı arasında yakın bir bağ kurmaktadırlar.
Cumhurbaşkanlarının oğullarının babalarının yerlerini almaları için
hazırlanması, buna ek olarak da polisin uyguladığı şiddet, bir avuç insanın
zenginleşip milyonlarcasının yoksullaşması kadar önemlidir. Göstericilerin
sloganları, onların iç içe geçmiş, birbiriyle bağlantılı sosyo-ekonomik ve
sosyo-politik sıkıntıları yansıtan sloganlardır; iktidar mensubu otoriter
unsurların yerinden edilmesi için gökkuşağı koalisyonlarının oluşturulmasının
nedeni budur.
Koşullar, 2011’de otokratik yöneticilere karşı
halk hareketliliklerinin oluşması için olgundur. Mesele, ayaklanmaların neden
meydana geldiği değil, onların, daha öncesinde, Arap dünyasının sıkıntı içinde
olduğu, Arap rejimlerinin krizinin derinleştiği koşullarda neden
yaşanmadığıdır. Oysa o dönemde otokratik Arap yöneticiler sıfırı tüketmiş,
hegemonyadan yoksun bir hayat sürmektedirler. Doksanlarda ve yirmi birinci
yüzyılın ilk on yılında Arap eylemciler ve gözlemciler, başlarındaki otoriter
yöneticilerin gayri meşru olduğuna inanmaktadırlar; öyleyse mesele, eğer
mümkünse, bu yöneticilerin iktidardan zorla ne zaman ve nasıl
uzaklaştırılacağıdır.
Bir
Vaka Çalışması Olarak Mısır
Yirmi birinci yüzyılın ilk on yılı, Mübarek
rejimine dönük, büyük ölçekli 2011 ayaklanmasında zirveye ulaşmış, sistemsel
bir direniş hattına tanıklık etmiştir. “Arap Baharı” olarak adlandırılan isyan
süreci, özel bir gelişmeye dönük acil ve ani bir tepki değildir. Uzun süreli
bir dönemin oluşmasına yol açan birçok sebep mevcuttur. Muhalifler ve
eylemciler, Mübarek’e bağlı devlet kurumlarına karşı deneme-yanılma yoluyla bir
tür toplumsal seferberlik sanatı geliştirmişlerdir. Devrimler, tohumları eken
ama karşılıklarını çoğunlukla toplayamayan eylemcilerin teri, emeği ve kanı
üzerine kurulmaktadırlar. Mısır, 2011’deki devrimci başkaldırının tek bir
sebebinin olmadığını açık biçimde göstermektedir. Yirmi birinci yüzyılın ilk on
yılı boyunca devrimci itki durmadan güç kazanmıştır. 2000’de ünlü Mısırlı
hukukçu Tarık Bişri’nin gözlemlediği üzere, Mübarek, diğer Arap diktatörlerle
birlikte, yaygın olarak varsayılanın aksine, daha zayıftır ve Mısırlılar,
diktatörüne karşı nihayetinde ayaklanacaklardır. Dört yıl sonra epey saygı
gören ve Mısırlılara, Mübarek’in ömür boyu cumhurbaşkanı olma ve oğlu Cemal’i
halef seçmek suretiyle, Mısır devletinin babadan oğla geçen bir yönetim tarzına
dönüştürme planına karşı sivil itaatsizlikle direnme çağrısı yapmıştır.
Cemil Mattar ve Vahid Abdulmecid gibi, sivil
toplumun ve halk aydınlarının diğer saygı duyulan isimleri de, Arap otoriter
yöneticilerden aynı şekilde şikâyet etmişler, onların dayanıklılığının zamanla
kanıksanacağı konusunda uyarıda bulunmuşlardır. Yirmi birinci yüzyılın ilk on
yılının sona ermesine doğru, Emir Musa ve Muhammed Heykel gibi rejime yakın
siyasetçiler bile Mübarek’in oğlunu halefi yapma arzusuna muhalefet
etmişlerdir. Bu isimler, Mısır’ın pusulasını kaybettiği, ülkenin geriye dönüşü
olmayan bir noktaya ulaştığı konusunda Mübarek’in adamlarını uyarmışlardır.
Mısırlı gazetecilerin duayeni olan Heykel, Mısır’ın Mübarek’e karşı öfkeyle
dolu olduğu ve büyük bir patlamanın eşiğine geldiği konusunda tekrar tekrar
uyarıda bulunmuştur.[29] Aynı ölçüde önemli bir diğer husus da, hukukçuların
yargılama sürecinin ve hukuk düzenin rejim tarafından altüst edilmesini kınama
noktasında laflarını hiç esirgememeleridir. Direniş ve muhalefet, süreç
içerisinde, aralarında meslek örgütleri, blogcular, insan hakları eylemcileri,
emek hareketine mensup unsurlar, milliyetçiler ve İslamcıların bulunduğu
toplumsal sınıflara ve gruplara yayılmıştır.[30]
Mübarek rejimi, muhalefetin halk hareketliliğine
yaslanmasına mani olmak ve en etkili muhalefet hareketi olan Müslüman
Kardeşler’i, görevlilerini tutuklayıp faaliyetlerini engellemek suretiyle,
zayıflatmak için korku ve parçalama yöntemlerine başvurmuştur. Rejim, özellikle
İslamcılara yönelik olarak, korkuya başvurmuş, böylece muhalifler arasında
ayrışmalara yol açıp solcuları safına katmıştır. Rejim, aynı zamanda kendisine
hamilik yapan süper gücü de başka bir politik seçenek olmadığına ikna etmiştir.
Hegemonyası yıprandıkça Mübarek’e bağlı güvenlik aygıtı, Cemal’in iktidara
gelmesi için gerekli yolu açmak ve rejimin varlığını süreklileştirmek için
hâkimiyet kurma yöntemlerine ve şiddete daha fazla ağırlık vermiştir. Söz
konusu aygıt, her zaman olduğu gibi, sistematik işkenceye başvurmuş, hatta
muhalifleri terörize etmek için muhalefetin önde gelen (erkek) isimlerine
tecavüz bile etmiştir. Haziran 2010’da İskenderiye’de güvenlik ajanlarının
Halid Muhammed Said’i öldüresiye dövmeleri, her ne kadar nihayetinde polis
devletine karşı daha fazla Mısırlının yürümesi gibi ters bir sonuca yol açmışsa
da, halkı dilsizleştirmek için teşkil edilmiş suçlu zihniyetini yansıtan bir
olay olarak değerlendirilmelidir.[31]
Rejimin korkutma taktikleri, birçok Mısırlının,
esas olarak kentli eylemciler, öğrenciler ve meslek sahiplerinden oluşan Kefiye (Yeter!) ve 6 Nisan Hareketi gibi
küçük protesto hareketlerine katılmaktan vazgeçirmiştir. Birçok eylemci ve
muhalif, gösterilere kitlelerin katılmamasından yakınmış, hükümeti halkı
korkutmakla suçlamıştır. Doksanların sonundan 2010 yılına kadar bu makalenin
yazarı da, Kahire’de avukat ve gazeteci derneklerinin yaptıkları gösterilerde
polis ve güvenlik personeli sayısının gösterici sayısını aştığına sıklıkla
tanıklık etmiştir. El-Ezher Camii’nde yapılan gösteride, göstericilerin
sokaklara dökülmesine mani olmak için çok sayıda polis otobüsü çıkışı
tutmuştur. Güvenlik barikatının üzerinden atlamaya cüret eden herkes acımasızca
dövülmüş, sivil kıyafetler içerisindeki polis memurları göstericileri yakalayıp
çöle götürmüş, burada soruşturdukları ve hırpaladıkları eylemcileri çöle
fırlatıp atmışlardır.
Gösterilerdeki zayıflığın diğer bir nedeni de,
liberal muhaliflerin ajandasının yoksullarda ve İslamcılarda yankı
bulamamasıdır. Emek hareketi ve Müslüman Kardeşler’in eylemlere katılmaması,
muhalefetteki parçalılık, Mübarek rejiminin muhalifleri kolayca kontrol altına
almasına imkân vermiştir. Güvenlik güçleri, iki toplumsal hareketi yakın
izlemeye almış, geri kalanına da baş belâsı olarak yaklaşmıştır. Bin Ali’nin
devrilmesi sonrası, 6 Nisan Hareketi, 25 Ocak 2011’de Tahrir Meydanı’nda bir
gösteri planlamıştır. Polis ve güvenlik güçleri o gün gafil avlanmış, çocukça
biçimde, bu gösterinin öncekiler gibi fiyaskoyla sonuçlanacağı
düşünmüşlerdir.[32]
Gösteriler istim aldıkça, Mübarek’in adamları da
yükselen muhalefetle ilgili yanlış bir algıya ve anlayışa kapılmış, kendilerini
eylemleri Müslüman Kardeşler’in kışkırttığı konusunda ikna etmiş ve İhvan
tehdidini Mübarek gittiği takdirde ABD’nin neyle karşı karşıya kalacağı
konusunda onu uyarmak için kullanmıştır. Politik kriz Ocak sonunda zirveye
ulaştığında Barack Obama Mübarek’i telefonla aramış ve onun sahneyi nazikçe
terk etmesi için gerekli yolu bulmaya çalışmıştır. Bir Beyaz Saray görevlisi,
Obama’nın aldığı cevabı şu şekilde özetlemektedir: “Müslüman Kardeşler, Müslüman
Kardeşler, Müslüman Kardeşler.” Amerikalılar bu numarayı yememiş ve Mübarek’in
artık kıymetli bir varlık değil, sırttaki borç yükü olduğu sonucuna ulaşmış,
endişelerini Mısırlı generallere iletmiş ve onların göstericilere ateş
edilmemesi gerektiğine dönük kanaatini onlara kabul ettirmişlerdir.[33]
Mübarek rejimi, sadece
kendisine karşı harekete geçmiş olan toplumsal güçlerin ağırlığı hakkında doğru
bir bilgiden mahrum olmakla kalmamış, ayrıca müttefiklerinin, yani politik
sistemin muhafızları ve kudret simsarları olarak iş gören generallerin
bağlılığı ve güvenirliğini fazla abartmıştır. Kriz derinleşip Amerika
nihayetinde desteğini çekince, ordu Mübarek’i koltuğundan uzaklaştırmış ve onu
kurumsal, mali çıkarlarının sunağında kurban etmiştir. Toplumdaki en güçlü
kurum olarak ordunun asli önceliği, imtiyazlarını ve öncelik haklarını muhafaza
etmek, yeni düzeni yapılandırmaktır. Onun temel hedefi ise, devrimci süreci
durdurmak ve mevcut yapıya dokunulmamasını sağlamaktır. Mübarek’e bağlı
yönetici seçkinler içindeki çatlaklar, onun devriliş sürecini hızlandırmıştır.
Fawaz A. Gerges
[Kaynak: The New Middle East: Protest and Revolution in the Arab World, Ed. Fawaz
A. Gerges, Cambridge University Press, 2014, s. 1-18.]
Dipnotlar
[1] Charles Tripp, The Power and the People: Paths of Resistance in the Middle East (New
York: Cambridge University Press, 2013); Karima Khalil, Messages from Tahrir (Kahire: American University in Cairo Press, 2011);
Salwa Ismail, ‘The Syrian uprising: Imagining and performing the nation’, Studies in Ethnicity and Nationalism,
11/3 (2011); Asef Bayat, Life as
Politics: How Ordinary People Change the Middle East (Stanford: Stanford
University Press, 2010); Joel Beinin ve Frédéric Vairel ed., Social Movements, Mobilization, and
Contestation in the Middle East and North Africa (Stanford: Stanford
University Press, 2011); N. Marzouki, ‘From people to citizens in Tunisia’, Middle East Report, 259/41 (Yaz 2011);
ve John Chalcraft, ‘Horizontalism in the Egyptian revolutionary process’, Middle East Report 262 (Bahar 2012).
[2] Al-Ghad Al-Ordoniya, ‘Slogans of the Arab
Spring Confirmed the Unity of the Arabs’ [Arapça], Al-Ma’had Al-Arabi, 21 Nisan
2012,; Wa’i Al-Talabah, ‘Youth of Arabic Spring Spread Slogans of Arab
Revolutions in Rap Songs’ [Arapça], Al-Talabah, 15
Şubat 2012; El-Nashra, ‘Hassan Mneimneh: The Civil State is the Arab Spring
Slogan’ [Arapça], El-Nashra, 31 Mart 2012. Ayrıca
Juan Cole’un bu kitaba yaptığı katkıya bakınız (3. Bölüm).
[3] Siyaset bilimciler, kimin döneklik ettiğine ve
bunun ne zaman gerçekleştiğine çok az değinmektedirler: Djazairess, ‘The
Egyptian Army Abandons Mubarak and Declares Legitimacy of People’s Demands’
[Arapça], Djazairess.com,
1 Şubat 2011; Dunia Al-Watan, ‘The Hidden Military Coup: The Tunisian Army
Chose between Ben Ali Leaving or to Overthrow and Kill’ [Arapça], Al-Watan Voice,
19 Ocak 2011.
[4] Adil Latifeh, ‘The Arabic Spring between
Peaceful Transition and Decisive Bloody Destruction’, Al-Jazeera, 4
Eylül 2012; Dia’ Al-Issa, ‘The Peacefulness of the Arab Spring Revolutions’
[Arapça], Akhbar al-Yom,
12 Eylül 2012; Jadaliyya, ‘Syria Is Witnessing a Peaceful Popular Revolt for
Freedom and Dignity’ [Arapça], Jadaliyya Reports, 8 Temmuz 2011;
Al-Jazeera, ‘Continuing of Peaceful Demonstrations in Syria’ [Arapça], Al-Jazeera, 14
Eylül 2012.
[5] Wael Ghonim, Revolution 2.0: The power of the people is greater than the people in
power (Londra: Harper Collins, 2012); Nadia Idle ve Alex Nunns, Tweets from Tahrir (New York: OR Books, 2011).
[6] Atfih Halawan, ‘Mass Demonstrations Warns of
Chaos and Confirms the Extent of Relationship between Muslims and Christians’,
[Arapça], Al-Ahram, 12
Mart 2011.
[7] Yazarın röportajları, 2002’den bugüne.
[8] Bkz.: sırasıyla Charles Tripp ve Sami
Zübeyde’nin kitabın 6. ve 9. bölümlerinde yer verilen makaleleri.
[9] Bkz.: Bu kitabın 13. Bölümünde vom Bruck ve
diğer isimlerin kaleme aldığı makale. Ayrıca Gabriele vom Bruck, ‘When will
Yemen’s night really end? Le Monde Diplomatique,
Temmuz 2011.
[10] Bkz.: Sami Zübeyde’nin 9. bölümdeki makalesi
ve vom Bruck vd.’nin 13. bölümündeki makalesi. Ayrıca, ‘Egyptian women protestors
sexually assaulted in Tahrir Square’, The Guardian, 9
Haziran 2012; Masress, ‘Colonel Al-Sisi: “Virginity Tests” were done to protect
the army from possible accusations of rape’, [Arapça], Masress.com, 27 Haziran 2011; Masress, ‘Female
Protestors confirm that they were forced to undergo virginity tests by army
soldiers’, [Arapça], Masress.com, 29 Haziran 2011;
Yumna Mokhtar, ‘Izza that tried to help the blue bra girl: “I shall take the
soldier to court”’, [Arapça], almasryalyoum.com, 1 Ocak 2012.
[11] Yazarın aralarında o dönem Hizbut’ Tecemmu’nun (Ulusal İlerici
Birlik Partisi) başkanı olan Rıfat Said’in de bulunduğu, muhtelif ülkelerdeki
solcularla yaptığı röportajlar.
[12] Bkz.: Bu kitapta yer verilen, Rami Zureyk ve Anne
Gough (5. Bölüm), Ali Kadri (4. Bölüm), John Chalcraft (7. Bölüm), vom Bruck
vd. (13. Bölüm) ve Roger Owen’ın (11. Bölüm) makaleleri.
[13] Samir Assayyid, Mohamed Hijab ve Abir
al-Morsi, ‘Unity of the people and army sees victory in the Second Friday of
Anger’, [Arapça], Al-Ahram, 28
Mayıs 2011.
[14] Mareb Press, ‘Tawakkul Karman: Secretary
General of Reform can reject slogan “People want downfall of regime”’,
[Arapça], Mareb Press,
14 Ağustos 2012; Stacey Philbrick Yadav, ‘Opposition to Yemen’s opposition’, Foreign Policy, 14 Temmuz 2011; Laura
Kasinoff, ‘Yemeni Official Puts Uprising’s Toll at “Over 2,000 Martyrs”’, The New York Times, 19 Mart 2012.
[15] Turess, ‘The Salafists in Tunisia. What do
they believe in and what do they want?’ [Arapça], Turess.com, 5 Aralık 2011;
Turess, ‘The Salafists in Tunisia: A Minority that scares women and the press’,
[Arapça], Turess.com, 6
Aralık 2011; Walid Balhadi, ‘The Salafist Movement in Tunisia: The citizen is
scared … the secularists and modernists reject them and the government has not
been resolved yet’, [Arapça], Turess.com, 27 Şubat 2012.
[16] David Rosenberg, ‘Food and the Arab Spring’, Gloria Center,
27 Ekim 2011; ‘Arab World Initiative for Financing Food Security’, Region MIDDLE EAST AND NORTH AFRICA,
Report No. AB6559 (21 Nisan 2011); League of Arab States, Ataqrir al-Arabi
Almouwahad, various years.
[17] Ali Kadri, ‘A Depressive Pre-Arab
Spring Economic Performance’. According to the Survey of economic and social
development in Western Asia 2005–2006: ‘According to the University of Texas
Inequality Project (UTIP), every ESCWA member country, with the exception of
Yemen, ranks above the fiftieth percentile in the inequality scale among 140 countries.
Some in the GCC, namely, Kuwait, Oman and Qatar, rank above the ninetieth
percentile’.
[18] George Joffe, ‘As Spring Moves Towards
Autumn: The Arab Intifada in Perspective’, POLIS, University of Cambridge (ön
makale, 2013); Joffe, ‘The Arab Spring in North Africa: Origins and
Prospects’, POLIS, University of Cambridge (ön makale, 2011).
[19] Bkz.: Kadri, ‘A Depressive Pre-Arab Spring
Economic Performance’; Joffe, ‘As Spring Moves Towards Autumn: The Arab
Intifada in Perspective’; ILO’s KILM, and in this compilation the Arab world
fares the worst, bkz.:WCMS; Ali
Kadri, ‘Unemployment in the post-revolutionary Arab world’, Middle East Institute,
National University of Singapore. Christian Houle’nin şu mükemmel makalesine
bakınız: ‘Inequality and Democracy: Why Inequality Harms Consolidation but Does
Not Affect Democratization’, World
Politics, 61/ 4 (2009): 589–622.
[20] Sarah Phillips’e göre, “Yemen’in yüzleştiği
en ciddi yapısal tehdit onun en önemli doğal kaynaklarının, suyun ve petrolün
tükenmesidir. Yemen dünyada en çok su kıtlığı çeken ülkelerden biridir ve genel
kanaate göre, başkent Sanâ’nın içilebilir suyu 15 yıl içinde bitecektir. Sarah
Phillips, ‘Yemen and the politics of permanent crisis’, IISS (2011).
[21] International Crisis Group, ‘Yemen: Enduring
Conflicts, Threatened Transition’, Middle
East Report 1253 (Temmuz 2012); ‘Friday’s Protest of Imminent Victory in
Yemen’, Yemen Post Staff, 9 Eylül
2011.
[22] Sarah Sabry, ‘How poverty is underestimated
in Greater Cairo, Egypt’, Environment and
Urbanization 22 (Ekim 2010); Hala S. Mekawy ve Ahmed M. Yousry, ‘Cairo: The
Predicament of a Fragmented Metropolis’ (ön makale: Faculty of Urban and Regional
Planning, Cairo University, 2011); Diane Singerman, ed., Cairo Contested: Governance, Urban Space, and Global Modernity (Kahire:
The American University in Cairo Press, 2009); Mike Davis, Planet of Slums (Londra: Verso, 2010).
[23] Bkz.: Bu kitapta Rami Zureyk ve Anne Gough’un
5. bölümdeki makalesi. Ayrıca, M. Elmeshad, ‘Rural Egyptians Suffer most from
Increasing Poverty’, Egyptian Independent (28 Eylül 2011); International
Fund for Agricultural Development (IFAD), ‘Rural
Poverty Portal: Syria’, (erişim tarihi: Ocak 2013); World Bank Indicators, (erişim tarihi: Ocak 2013);
WFP, The State of Food Security and
Nutrition in Yemen (2012); World Bank, FAO ve IFAD, Improving Food Security in Arab Countries (2006). Eleştirel bir
çalışma için bkz.: Habib Ayeb, ‘The marginalization of the small peasantry:
Egypt and Tunisia’, Ray Bush ve Habib Ayeb, ed., Marginality and Exclusion in Egypt içinde (Londra: Zed Books, 2012).
Ayrıca bkz.: Saker el Nour, ‘National geographical targeting of poverty in
Upper Egypt’ in Bush and Ayeb (Londra: Zed Books, 2012)]. Bkz.: Mohammed Purnik’in
makalesi: “Pour une croissance inclusive dans la r´egion arabe.”
[24] George Joffe, ‘As Spring Moves towards
Autumn: The Arab Intifada in Perspective’, (ön makale: POLIS, University of
Cambridge 2012).
[25] Bkz.: Khaled Yacoub Oweis, ‘Assad’s Aleppo
focus allows rebel gains in Syria’s east’, Reuters
(14 Ağustos 2012).
[26] Bkz.: vom Bruck vd.’nin bu kitabın 13.
bölümündeki makalesi.
[27] Bkz.: John Chalcraft’in bu kitabın 7.
Bölümündeki makalesi. Ayrıca, Alaa Al Aswany, On the State of Egypt: What Caused the Revolution, [Arapça],
çeviren: Jonathan Wright (New York: Vintage, 2011).
[28] Örneğin Mısır’da cinsel iktidarsızlık
dikkatlerden kaçan yaygın bir olgudur, bu rahatsızlık, milyonlarca Arap’ın
yoksullaştığı derin sosyo-ekonomik krizin doğrudan bir sonucudur. Yazarın
aralarında İslamcıların ve milliyetçilerin de bulunduğu çok sayıda politik
eylemciyle yaptığı röportajlar, Temmuz/Ağustos/Eylül 2007.
[29] Yazarın Muhammed Heykel’le röportajı, Aralık 2007.
[30] Tarek Osman, Egypt on the Brink: From the Rise of Nasser to the Fall of Mubarak (New
Haven: Yale University Press, 2011); Samer Soliman, Autumn of Dictatorship: Fiscal Crisis and Political Change in Egypt
under Mubarak (Stanford: Stanford University Press, 2011); Salwa Ismail, Political Life in Cairo’s New Quarters:
Encountering the Everyday State (Minneapolis: University of Minnesota
Press, 2006); Nadia Oweidat, Cheryl Benard, Dale Stahl, Walid Kildani, Edward
O’Connel ve Audra K. Grant, The Kefaya
Movement: A Case Study of a Grassroots Reform Initiative (Santa Monica, CA:
Rand Corporation, 2008); Manar Shorbagy, ‘The Egyptian Movement for Change –
Kefaya: Redefining Politics in Egypt’, Public
Culture 19/ 1 (Kış 2007); Rabab El-Mahdi ve Phil Marfleet, ed., Egypt: The Moment of Change (Londra: Zed
Books, 2009); Rabab El-Mahdi, ‘Enough! Egypt’s Quest for Democracy’, Comparative Political Studies 42/ 8
(Ağustos 2009).
[31] Mohammed Zahid, The Muslim Brotherhood and Egypt’s Succession Crisis: The Politics of
Liberalization and Reform in the Middle East (Londra: I. B. Tauris, 2010);
Bruce K. Rutherford, Egypt After Mubarak:
Liberalism, Islam, and Democracy in the Arab World (Princeton, NJ:
Princeton University Press, 2008); Motaz Nadi, ‘“We are all Khalid Saeed”
launches “national agreement document” to achieve the goals of the revolution’,
[Arapça], Al Masry Al Youm (31 Mayıs 2012);
Izza Maghazi, Safa Surour, and Motaz Nadi, ‘Second Anniversary of Khalid Saeed’s
Death. Torture continues’, [Arapça], Al Masry Al Youm (5 Haziran 2012).
[32] Jeannie Sowers ve Chris Toensing, ed., The Journey to Tahrir: Revolution, Protest,
and Social Change in Egypt (Londra: Verso, 2012).
[33] Ryan Lizza, ‘The Consequentialist: How the
Arab Spring Remade Obama’s Foreign Policy’, New
Yorker (2 Mayıs 2011); Fawaz A. Gerges, Obama
and the Middle East: The End of America’s Moment? (New York: Palgrave and
MacMillan, 2012); Helene Cooper ve Mark Landler, ‘White House and Egypt Discuss
Plan for Mubarak’s Exit’, The New York
Times (3 Şubat 2011).
0 Yorum:
Yorum Gönder